25 Haziran 2019 Salı

GÖR BENİ-Bir Öz Şefkat Çağrısı



Kalbimde bir ağrı. Gerçek anlamda. Hissedilebilir. Bir ağırlık hissi. Yüklendiğim tüm sorumlulukların, verdiğim tüm sözlerin, akıştaki tüm çabamın ağırlığı. Kendimi yok sayışımın, 'karşımdaki iyi olsun yeter'ciliğimin, her şeyi olabileceği en iyi şekliyle yapabilme azmimin, bu arada kendimi ihmallerimin ağırlığı.
.
Farkındayım.
.
Sakinleyince anlıyor insan bu koşturmacanın ne kadar anlamsız ve yorucu olduğunu. En ihmal etmemesi gereken şeyin bir vakit sonra peşinden koşmak zorunda kalacağını. Kendinin.
.
Şefkat! Ne sihirli bir kelime. Dokunduğu her şeyi güzelleştiriyor. Uzun zamandır bana dokunmuyor ama. Kendime hiç şefkat göstermiyorum. Bana yakıştırılan sıfatlardan 'naif' olanı kendim için hiç kullanmıyorum. Yaptığım zorlamak, zorlamak, zorlamak. Sınırlarımı. Ne büyük hata!
.
Artık bunun farkındayım. Önceleri suçu başkasında arardım, şimdi en büyük öfkem kendime. Kendi kendimi ihmalime.
.
Gel gelelim farkındalık güzel şey. Dönüşümlere vesile olabilme potansiyeli çok güzel.
.
Dönüşüp özüme ulaşabilmek için çıktığımı düşündüğüm bu yolculukta, yaşadığım her deneyim de buna vesile diye bakıyorum artık. Dersimi alıp yoluma devam ediyorum.
.
Hayat okulunun dersleri hiç bitmiyor şükür. Bir sınavdan diğerine koşturup duruyor bizi. Yoruyor, terletiyor, bazen hocaya öfkelendiriyor hatta. Sonra geçip gidiyor. Aldığın not yanına kar kalıyor. Not derken rakamlardan oluşanı değil ama. Hayat defterine karaladığın.
.
Yine bir not düştüm kendime yakın zamanda:
.
'Uzatmayı çok sevdiğin o el var ya Özlem, onu tutabilmek için sabırsızlıkla ve özlemle bekliyorum. Gör beni!'
.
#icsesimdennameler #ozsefkat#gorbeni
.

İlüstrasyon: Agathe Sorlet

5 Kasım 2018 Pazartesi

'GÖNÜLLÜ SADELİK' NİYETİ



Senelere yayılmış, damla damla büyüyen, son zamanlarda daha da bir farkındalıkla içinde olmaktan keyif aldığım bir maceranın adı: Gönüllü Sadelik.

Geçen gün Buğday Derneği ve Muratpaşa Belediyesi'nin düzenlediği tam da "Gönüllü Sadelik" konulu bir panele katılma şansım oldu ve yazma hevesim de işte oradan geldi.

Peki nedir gönüllü sadelik?
İmkanın olduğu halde, insan ve diğer canlılar üzerinde olumsuz etki yaratmamak ve daha iyi yaşamak için daha az tüketime gönüllü olma, gönüllü ve bilinçli olarak vazgeçme hali.

Panel kısa bir giriş ve bilgilendirme sonrası, soru cevap şeklinde ilerledi. "Sizce gönüllü sadelik nedir?" ve "Nasıl gönüllü sadeleşilir?" soruları üzerine herkes başladı eteğindeki taşları dökmeye. Konu aslında öyle derin, öyle kapsamlı ki bir tarafım hep katılımcıların susup Buğday Derneği'nin sazı eline almasını bekledi. Çünkü panele katılımcıların hikayelerini dinlemek için değil, "kendi macerama acaba daha neler katabilirim?"i yetkin bir ağızdan öğrenmek maksadıyla gitmiştim.

Katılımcılar "Nasıl gönüllü sadeleşilir?"i "Ben bu yolda neler yapıyorum olarak" tercüme edince öyle bir beklentim ve isteğim olmasa da farklı farklı maceralara ortak olmuş oldum. Bu noktada gördüm ki aslında soruyu "genel ekolojik çabalar" üzerinden algılıyoruz çoklukla. Konuyu atalık tohumdan, güneş enerjisini kullanma/kullanmamaya, organik tarımdan, politikaya kadar yönlendirebilmeyi başardık ne de olsa.

Gönüllü sadelik konusunu dinlemeye gitmiştik oysa :(

Hikayelerin birinde hedefi doğru tutturan bir katılımcı fuayede  dağıtılan pet şişedeki sulardan bahsetti. Onlarca pet şişeyi dakikalar içerisinde tüketip, atık olarak doğamıza sunmuş olmaktan. Üstüme alınmadım çünkü çantamda termosumla girmiştim salona. Konu plastik tüketimini azaltmaya ve bez torbalara geldi bir süre sonra, çantamda her daim gezdirdiğim file torbam uzaktan göz kırptı  bana. Söylemde değil eylemde bulunabiliyor olmak yüreğime su serpti. Çünkü gördüm ki, konu hakkında konuşulurken genel hava oldukça karamsar ve şikayet eden tondan akıyordu. Tüm sıkıntılar dile getiriliyor, "Hadi bunları çözelim, nasıl olacak, çok ütopik değil mi bazı söylemler ya da eylemler?" şeklinde yorumlar yapılıyordu.

Eş zamanlı düşünme fırsatı buldum. Konuşulan hiçbir şeyin ütopik olmadığını düşündüğümü idrak ettim ve sonrasında da neden bu şekilde düşündüğümü? Çünkü aslında konuşulan herşeyi yavaş yavaş ama inançlı bir şekilde hayatıma entegre etmeye çoktan başlamıştım bile ben. Hayal ettiğim dünya için BİR kişi olarak eylemde bulunmaya.
Zor olduğundan bahsediliyor çoklukla, benim penceremden bakışla da diğeri kolaya kaçmak oluyor aslında. Bu dünyaya tüketmek için gelmediğimize inanıyorum çünkü. Dünyanın daha iyi bir yer olması için birey olarak çaba gösterirsek etrafa da dokunabileceğimize. Biraz katılanların içlerine su serpmek, biraz da sürdürülebilir bir gönüllü sadeliğin nasıl sağlanabileceği hakkında konuşmak gerektiğini düşündüğümden son dakikalarında ben de söz istedim. Karamsar bir pencerenin hiçbirimize güzel bir manzara resmetmediğini hissettiğimden. Madem öyle başladı ve sona kadar böyle geldi, ben de kendimden örnek vererek girdim konuya.

Aklıma geldiği kadarıyla sadeleşmek adına neler yaptığımdan bahsetmeye çalıştım. O sırada pekçoğu hatırıma gelmiş olmasa da aşağıda şimdi aklıma gelenleri listeliyorum.
Buraya kadar sabırla okuduğunuz için teşekkür ediyor ve iki nokta üst üste koyuyorum :)



-En başta alacağım birşeyi ihtiyaç mı istek mi diye sorguluyorum ve ihtiyacım dahilinde alışveriş yapmaya çalışıyorum. AVM'lere girmeyeli (hediye almak hariç) uzun zaman oldu. Keyifle yaptığım yegane alışveriş kitaplar. Onları da sınırlandırma ve kütüphane kültürünü hayatıma entegre etme niyetindeyim.
-Market alışverişlerimi min.da tutuyorum. Paketli gıda tüketmiyorum. Ambalaj atığı çıkarmamaya çalışıyorum.
-Termosumu ve bez torbamı her daim yanımda taşıyorum. Böylece tek kullanımlık plastik atık oluşumuna katkıda bulunmamış oluyorum.
-İşyerime sefertası ile yemek götürüyorum.
-Pazar alışverişlerimi bez torbalarımla yapıyorum.
-Evde yoğurdumu/kefirimi mayalıyorum.
-Gardrobumu ve evdeki diğer dolaplarımı aralıklarla gözden geçiriyor, kullanmadığım şeyleri ihtiyaç sahipleri ile paylaşıyorum. Olanlarla yetinebilmeyi deneyimliyorum.
-Tek kullanımlık pipet tüketmemeye çalışıyorum. Restoranlarda istemediğimi özellikle vurguluyor, istemeden getiren restoranlara konu ile ilgili mektup bırakıyorum :)
-Çocuğum için yıkanabilir bebek bezi kullandım, kendim için yıkanabilir hiyjenik ped kullanıyorum.
-Manikür ve pedikür gibi kişisel bakımlarımı kendim yapmayı tercih ediyorum.
-Plastik diş fırçası kullanmıyorum.
-Çocuğuma plastik oyuncak almıyorum. Ahşap olanları da nadiren alıyorum.
-Balon satın almamaya özen gösteriyorum.
-Elektronik eşyalarımı kullanım ömrünü tamamlayana kadar kullanıyorum. Her yeni çıkan teknolojinin peşine düşmüyorum.
-Sadeleşmenin sadece fiziksel çevrede değil, ruhsal ve zihinsel alanda da gerçekleşmesi gerektiğine inanıyor, bunun için kemdimce formüller geliştirmeye çalışıyorum.
-Mutluluğun almak/tüketmek olmadığını biliyor, dahası bunu tüm hücrelerimle hissediyorum.
...
Şu an için aklıma gelenleri yazdım. Ama en önemlisini sona sakladım.

-Gelecek nesile, en azından benden gelen BİR kişiye örnek oluyorum.

Hayatıma dahil ettiğim herşeyi bir sünger gibi emiyor 3 yaşındaki kızım. Ve sonra kendi özünde yeniden var ediyor. Yapma demiyorum-yapmıyor, alma demiyorum-almıyor. Çünkü aksini görmüyor. Dürüst olmanın, her zaman her konuda karşılığını alıyor, uzaktan izliyor, mutluluğu yeniden tanımlıyorum.

Elbette henüz yapmadığım/yapamadığım da pekçok şey var. Ama bunlar için de niyet ediyorum.
Hedefim sıfır atık, süreç uzun ama kalbim ferah. İnancımı yitirmiyor, karamsarlık denizinde boğulmuyor, kulaç atmaya devam ediyorum. Ta ki o cennet adaya ulaşıncaya kadar!







19 Ağustos 2018 Pazar

Sağlıklı "Mozaik Pasta"msı :)


Orjinal adıyla "Fudge", Türkçeleştirilmiş halini bulamadığımdan kendimce Türkçeleştirdiğim şekliyle de "Mozaik Pasta"msı.
Sevenler bilir lezzetini. İşte tam da öyle. Hem de "sağlıklı" olanından.
Lafı uzatmadan tarifi vereyim, siz de vakit kaybetmeden yapın ve afiyetle yiyin. Malzeme sayılı, tarif çok basit. Yapması da yemesi de en keyifli cinsinden yani.

MOZAİK PASTA-MSI

-40 Adet Medine ya da İran Hurması ya da 20 adet Kudüs Hurması
(İran ve Kudüs Hurmalarını suda bekletmek gerekmez ama Medine Hurması ile yapacaksanız bir miktar yumuşayana kadar sıcak suda bekletmeniz gerekecektir.
-1 bardak fıstık ezmesi
(Gönül ev yapımı olanını kullanmak istedi aslında ama ben bu defa vakitsizlikten ve tarif içine gireceği için hazır almayı tercih ettim- City Farm'ın organik, keçi boynuzlu ve ballı fıstık ezmesini kullandım)
-Yarım bardak kakao
(Burada da gönül ham kakao koymak istedi ama orjinal tarifi bozmaya cesaret edemedim :) Zira birkaç defa malzeme değişikliği yaptığım tarifte hüsrana uğramışlığım var :)
-Çeyrek bardak hindistan cevizi yağı
-Çiğ fındık (Miktarı arzuya bağlı)

Öncelikle hurmaları rondoda çekiyoruz. Macun kıvamına gelince fıstık ezmesini de ekleyerek çekmeye devam ediyoruz. Malzemelerin karıştığını hissettiğimiz an hindistan cevizi yağı ve kakaoyu da ekleyerek karıştırmaya devam ediyoruz. Kaptan çıkardıktan sonra birkaç parçaya böldüğümüz çiğ fındıkları da ekleyerek karıştırıyoruz.
Yağlı kağıt serilmiş baton kek kalıbına üzerini düzleyecek şekilde malzemeyi serip derin dondurucuda 1 saat bekletiyoruz. 1 saat sonra derin dondurucudan çıkarıp buzdolabına alıyoruz. Yemek istedikçe dilimleyip, afiyetle yiyiyoruz.

#çiğ #sekersiz #glutensiz #glutensizbeslenme #saglikli #sagliklibeslenme #neyersekoyuz
#mozaikpasta #fudge #glutenfree #sugarfree #raw  #healthyfood #healthylifestyle #instafood



23 Mayıs 2018 Çarşamba

GLUTENSİZ, RAFİNE ŞEKERSİZ, KENDİSİ OLAY, YAPMASI KOLAY* PASTA :)



Uzun uzadıya yazmazsam ona, bir daha yapmak isteyip tarifi elimin altında bulamazsam da kendime haksızlık etmiş olurum gibi hissettiğimden bloğumda yer vermek istedim bu enfes pastaya. Tarifin orjinali  ambitiouskitchen.com’da ‘The best paleo chocolate cake’ olarak yer almakta. Hatta bu sayfada bir minik video da var yapılışı ile ilgili. Buradan ulaşıp inceleyebilirsiniz:
 https://www.ambitiouskitchen.com/the-best-paleo-chocolate-cake/

Baştan sona Özüm'le birlikte yaptık pastayı. Mutfakta vakit geçirmekten çok hoşlandığı için eşlik etmek istedi bana, ben de kırmadım onu. Tarifi sevgili arkadaşım @_oykusahin_ in IG hesabında görmüştüm.  Onun yorumu da, pastanın orjinal başlığı da o kadar iddialıydı ki, Özüm'ün 3 yaş doğumgünü pastası olarak seçmeye karar verdim. Ne iyi etmişim de öyle yapmışım. Bugüne kadar yaptığım en lezzetti pasta olarak tarihe geçmiş oldu çünkü bu pasta. Blogda paylaşılmayı da işte bu yüzden hak etti.

#Glutensiz #rafine şekersiz #enfes pastamızın tarifine gelince, sevgili Öykü'nün çevirisi ile olduğu gibi paylaşıyor ve çeviri için emeğine sağlık diyorum. Çünkü bilirim İngilizce tarifleri Türkçeleştirmeye çalışmanın ekstra emek isteyen bir iş olduğunu.

"Malzemeler:

• 3/4 su bardağı eritilmiş ve soğumuş h.cevizi yağı
• 1+3/4 su bardağı h.cevizi şekeri
• 4 yumurta (oda sıcaklığında)
• 1 su bardağı badem sütü
• 1 tatlı kaşığı vanilya özütü
• 1 yemek kaşığı elma sirkesi
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
• 3 su bardağı badem unu (badem sütü posasını kurutarak yaptığınız değil; hazır satılan badem unu)
• 3/4 su bardağı kakao
• 1/4 su bardağı h.cevizi unu
• 2 tatlı kaşığı karbonat
• 1/2 tatlı kaşığı tuz
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Üst kreması için:
• 1 konserve h.cevizi sütü
• 1+1/2 su bardağı küçük doğranmış bitter çikolata veya damla çikolata
• 1 çimdik tuz
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Pastayı yapmadan 1 gün önce kremasını yapmanız gerekiyor. Bunun için krema malzemelerini küçük bir tencereye alıp, kısık ateşte eritene kadar pişirin ve bir kaba alıp, oda sıcaklığına geldikten sonra, kabın ağzını streç filmle sararak buzdolabına kaldırın.
Pastayı yapmaya başlamadan önce fırını 180 dereceye ısıtın ve iki tane yaklaşık 17 cm çapında kek çemberini veya kalıbını altına mutlaka yağlı kağıt sererek hazırlayın. (Ben çember kullandım.)
Sonra ilk bölümde yazan ıslak malzemeleri mikserle çırpıp, başka bir kapta karıştırdığınız kuru malzemelere ekleyin. Yine iyice karıştırın. Kalıplara paylaştırıp, fırında yaklaşık 30-40 dk. (arada kürdan sokup kontrol ederek) pişirin.
Fırından çıkardıktan sonra, oda sıcaklığında soğumaya bırakın. Kalıplardan çıkarmadan önce en az 1 saat kadar da buzdolabında bekletin. Sonra çıkarıp, tekrar oda sıcaklığına getirdikten sonra, bir gece önceden hazırladığınız kremayı dolaptan çıkarıp, mikserle çırpın ve iki kekin arasına ve üstüne vakit kaybetmeden sürün. 
Üstünü dilediğiniz gibi süsleyin. "

Ben fotoğrafta gördüğünüz şekilde sadece mumlarla bir süsleme yaptım ama orjinal tarifte kırmızı meyvelerin de pastaya yakışacağı yazmaktaydı. Bu şekilde de denenebilir. En azından süsleme olarak. Yapacak olanlara şimdiden afiyet olsun.

İç sesim: Bu ve benzeri sağlıklı ve alternatif tarifleri daha çok kişinin, daha sık yapabilmesi için malzeme fiyatlarının kısa sürede düşebilmesini umut ediyorum. Bu da bir arz talep dengesi tabi. Önceliklerimizi belirleyip, sağlığımızı geri plana atmayacağımız günlere... 

Sevgiler, 

*Kolay! derken kafiye olması adına torpil geçilmiş bir kelime kullanılmıştır :) Ama eğer tarifi dikkatli okur, organizasyonu ve zamanlamayı da bu anlamda doğru yaparsanız, vakit isteyen ama hiç de zor olmayan bir pasta olduğunu göreceksiniz :) 

4 Mayıs 2018 Cuma

O "İLK AYRILIK" (Bir Güvenli Bağlanma Hikayesi)




Hep "Nasıl?" ve "Ne zaman?" olacak acaba diye merakla bekliyordum.

"Vakti gelince" olacağını, öyle olursa da "güzel olacağını" hissediyordum.

"Peki vakti gelecek miydi gerçekten? Ve ben vakti geldiğini anlayabilecek miydim? Hem ben, hem de o buna hazır hissedecek miydik?  Senkronize olabilecek miydik ve bir ahenk yakalayabilecek miydik ayrılmamızda da?

İnandığım gibi "hep birarada"lıklarımızın bize artısı mı olacak, yoksa güvenle inşa ettiğimizi düşündüğüm ilişkimiz önümüze engel mi?

Ne de olsa "Anne de anne!" idi Özüm için. Her işini benimle görmek, her paylaşımını benimle yapmak, her anını benimle geçirmek istiyor, her cümlenin başına beni koyuyor, ben varsam gözü bir başkasını görmüyordu. Korkutmaya başlamıştı artık bu durum bir taraftan. Bir taraftan da tahmin edilemeyecek kadar yormaya.

Nefesimin zaman zaman yetmediğini hissetmeye başlamıştım. Durup derin bir nefes almam gerektiğini de. "Oksijen maskesi" mevzuu geldi aklıma. Ne diyordu orada? Bir anne önce oksijen maskesini kendine takacak, sonra bebeğine. Hani uçarken hosteslerin bizi yönlendirdikleri gibi. Hani "Önce o!" diye diretirken kaybedeceğimiz vaktin her ikimiz için de hayati tehlike arz etmesi gerçeğindeki gibi.

İtiraf ediyorum şimdiye kadar hiç benim gerçeğim olmamıştı bu gerçek. Kulağa ne kadar hoş, zihne ne kadar anlamlı gelirse gelsin, benim için "Önce hep o!" olmuştu. Bu süreçte zorlanmamış mıydım peki? Zorlanmıştım elbet ama pes edecek, isyan edecek kadar değildi ve bu şekilde mutluydum ben. Önceliğimin o olması, ihtiyaçları doğrultusunda kendime yeni bir hayat çiziyor olmam beni zorlasa da, zorlanmamdan daha çok mutlu ediyordu aslında. Meyvelerini topluyordum çünkü  emeğimin.  Bu yüzden belki de tercihim hep "o"ndan yanaydı.

Bir gün bile ayrı kalmamıştım Özüm'den. "O daha minicikti ve bana ihtiyacı vardı. Bırakıp nasıl giderdim?" Ayrılıkla ilgili düşüncelerim, hislerim bunlardı.

Bir itiraf daha gelsin o zaman, onun ne kadar bana ihtiyacı olduğunu düşünüyorsam, sanırım benim de ona bir o kadar ihtiyacım vardı. Akşam saatlerinde eşimle  nadiren yaptığımız ufak kaçamaklarda bile aklım hep ondaydı. Kendimi onsuz, onu bensiz düşünemiyordum.

Böyle böyle günler, aylar geçti. Tam 35 ay sonra, 3 yaşa merdiven dayamışken Özüm ve son aylarda  da literatürüne "ben" ve "hayır" kelimelerini bolca dahil etmişken, "ihtiyaç"larına bir de "istek"leri de eklenmişken ve ben hep bir orta yol bulmaya çalışırken "gerçekten!" yorulduğumu ve durup bir es vermem gerektiğini hissettim. Öyle yoğundu ki bu his, benim için "doğru zaman"dı. Peki "Acaba o da hazır mıydı?"

Aslında bir anne bunu çok rahat anlardı. Davranışları, konuşmaları vs. onu ele verirdi.
Özüm her ne kadar "annesiz yapamaz" gibi görünse de dışarıdan, bence üstesinden çok rahat kalkardı. İçimden bir ses hep böyle diyordu.

İç sesimin beni doğru yönlendirip yönlendirmediğini görmek istedim. Aldım karşıma Özüm'ü ve biraz yorulduğumu, dinlenmek ve kendime iyi gelecek birşeyler yapmak istediğimi söyledim. Bir yoga ve doğa kampı* olduğunu ve eğer oraya gidersem kendimi çok mutlu hissedeceğimi ekledim. "Tamam anne gidelim!" dedi :) Bir önceki sene başka bir kampa birlikte gitmiştik çünkü. Ve ne de olsa hep "biz"dik, bir yerlere gidilecekse birlikte giderdik.

Ama bu sefer farklı olmalıydı. Hem yeniden şarj olmalı, hem de onu ve kendimi objektif bir şekilde gözlemleyebilmeliydim. Biz gerçekten "güvenle bağlı" mı yoksa "bağımlı" mıydık?

"Özüm bu kampa çocuklar katılamıyor sadece anneler için" dedim. "Ben gitsem sen babanla kalabilir misin?" diye de ekledim. Önce bir "birlikte gidelim" gibi nazlandı, yineleyince ise "kalırım" dedi. Biraz açmak gerektiğini hissettim konuyu böyle olunca. Akşam da eve gelmeyeceğimi, bunun birkaç gece tekrar edeceğini, ben yokken babaanne ve babasıyla birlikte vakit geçireceğini falan ekledim. O da yineledi. "Kalırım"

İnanamadım tabi ve cevabı da hemen sindiremedim. Önümde daha 10 gün gibi bir süre vardı nasılsa. Gerçekten yapıp yapamayacağına kendimi ikna edebileceğim ve hissedebileceğim 10 gün.

Bu günlerde de abartmayacak ama bir taraftan da hatırlatacak ve onu bu plana hazırlayacak sıklıklarla kampa gideceğimi, onun bunu kabul ettiği için bu programı seve seve yapabildiğimi, ve o kampın bana çok iyi geleceğini tekrarladım. En sonunda Özüm "Tamam anne ya, sen git kampına, ben babamla kalırım" diye hafiften fırçaladı beni :) İşte bu cevabı aldıktan sonra kararımı verdim , 2 gün sonra başlayacak olan kampa son dakika kendimi dahil ettim.

Sabah yataktayken  öpüp vedalaştım Özüm'le. "Güzel vakit geçir, iyi eğlen babanla, tamam mı?" dedim. Döndü ve "Sana da iyi eğlenceler anneciğim!" diye vedalaştı benimle. Bir miktar duygusallık geldi oturdu göz pınarlarıma, belli etmeden çıktım.

Tam 4 gece 5 günlük bir kamptı gittiğim. Daha 1 gece bile ayrı kalmamışken hem de. Aslında her yaş için 1 gece diyorlar ya hani ayrılık süresi olarak, Özüm 3 yaşa girecek 3 gece hakkım, 1 gece de ayrı kalmadığım senelerden bonus hakkım diye düşünüp avuttum kendimi. Gittiğim kampı özellikle kendi şehrimde seçtim. Ne olur ne olmaz dedim. Her koşula kendimi hazırladım.

Peki ne oldu biliyor musunuz?

"Annesiz hiçbir şey yapmayı tercih etmeyen" Özüm, 4 gece 5 gün annesiz "hoşça" vakit geçirdi. Ne babasına ne de babaannesine hiç zorluk çıkarmadı. Fırsat bulup arayabildiğim vakitler güle oynaya konuştu benimle telefonda. O bana sormadı ne zaman geleceksin anne diye, ben ona söyledim hep.

Ve eve döndüğümde kapıda karşıladı beni. Koşarak, kocaman gülerek boynuma sarıldı. Türk filmlerindeki kavuşma sahneleri vardır ya hani o geldi gözümün önüne. Sahilde koşup sarılan ve kucaklaşarak defalarca dönen aşıklar. Biz de aynısını yapıyorduk çünkü. Defalarca öpüyor, kokluyordum, o duygu seliyle de hiç durmadan döndürüyordum minik kuşumu.

Yere indirdiğimde dizlerimin üzerine eğilip gözlerinin içine baktım mutlulukla, daha ben konuşmaya başlamadan o hislerini paylaşmak istedi benimle:

"Anneciğim çok beklemek yokmuş! Çok beklemek yokmuş anneciğim!"

Yine gözlerim ıslandı. Muhtemelen içine biraz gurur, çokça mutluluk kaçtı.


Özüm Kız yine yaptı yapacağını!



*Gebelikten önce her sabah güne yoga ile başlayan, gebelikte yaşadığı bir sıkıntı yüzünden yogayı hayatından çıkarmak zorunda kalan doğa aşığı bir annenin mutlu olabilme metodu yoga ve doğa olabilirdi elbette :) 


6 Nisan 2018 Cuma

1 GÜNDE TUVALET ALIŞKANLIĞI (Şaka mı? Gerçek mi?)



2 ay sonra üzerinden 1 sene geçmiş olacak ve ben tuvalet maceramızla ilgili başlamış olduğum ama bir türlü devam edemediğim yazımı henüz tamamlayabiliyorum.

Dönem dönem karaladım birşeyler ve olduğu haliyle de ekliyorum buraya. Buyrunuz:

Yaklaşık 10 ay önce...

Mihenk taşlarından birini daha deviriyoruz.

Özüm doğduğu günden itibaren; gözüm/kalbim üzerinde, hislerimin tercümanlığında yaptığım rehberlik, kurduğumuz iletişim; 5.ayından itibaren kakasını tuvalete yapmasını sağlamıştı. Zorlama yoktu, ağlatma yoktu, huzursuz etme yoktu. İhtiyacı anlayıp yardımcı olma vardı. Çok güzel bir iletişim vardı.

Bununla ilgili önceden yazmıştım. Tuvalet iletişimi nedir? Ne değildir? diye. Buradan ulaşabilirsiniz. http://surudenkacankoyun.blogspot.com.tr/2016/02/

Tüm hücrelerimle iletişimi (Tİ) savunduğum dönemdi bu dönem, çünkü yaşadıklarımdan öğrendiklerimdi savunduklarım. Kulaktan dolmalar, mesnetsiz kuramlar değildi. Bu yüzden var gücümle savunuyordum ya zaten.

Savunuyordum çünkü benim için deneyim çok şey demekti.

Deneyim olmadan söylemek/savunmak elinin kiri de, deneyim parmak izindi.

5.aydan yaklaşık 13.aya kadar çok güzel bir şekilde yol aldık tuvalet iletişiminde. Özüm henüz doğru düzgün konuşamazken çişi ve kakası geldiğinde sinyaller veriyordu ve hatta benim o çişini yaparken kullandığım kelimeleri söylüyordu bana ve benim de haberdar olmama vesile oluyordu bu şekilde.

Tuvalet iletişimi harika bir şeydi yani.

Sonra ne mi oldu?

Yarı zamanlı da olsa çalışma hayatına başlamamla birlikte, artık gözüm ve kulağım onun üzerinde değildi. Kurduğumuz bu iletişimi başkasından beklemem de haksızlıktı. Her ne kadar canımızdan bir parça da olsa anneannemiz, bir bebeğin annesi ile olan iletişiminin yerini hiçbir şey tutamazdı.

Zamanla geriye saymaya başladı tabi bizim düzen ama yine de çok yavaş bir ivmeyle. Hep bilincindeydi ne yaptığının ve aslında ne yapması gerektiğinin. Fakat diğer düzene de alışmıştı. Kakalarını genelde beze yapmıyordu, onu hala ifade edebiliyordu ama çişler her daim beze olmuştu. Yıkanabilir bezlerle başladığımız maceramız ara ara hazır bezlerle de bölününce sanırım kafası da biraz allak bullak olmuştu. (Yıkanabilir bezler ıslaklığı daha çok hissettirdiği için bu durumdan rahatsız olup bezine yapmamayı daha erken tercih edebilecekken; annelerin dünyanın en güzel buluşu sandığı hazır bezler neredeyse 1 gün bile altında dursa bebeğin zerre kadar rahatını bozmuyordu. Doğaya ve bebek sağlığına verdiği zarar da cabası! İyi bir şey gibi görünen kötü bir şeydi yani aslında.) 

Peki ben ne mi hissediyordum bu durumda? Çılgınca üzülüyordum. İlmek ilmek günlerce, haftalarca ördüğünüz bir kazağın 5 dakikada sökülmesi gibi geliyordu tüm bu yaşananlar. Ama hayıflanmaktan ve zaman zaman da öfkelenmekten başka bir şey gelmiyordu elden. Şartlar bunu gerektiriyordu çünkü. 7-24 yanında olamadıktan sonra nasıl bir iletişimden bahsedebilirdim ki? Ve ondan nasıl bunu devam ettirmesini isteyebilirdim? Tabi ki istemedim, kabullendim. Bakalım dedim. Bu maceranın sonu nereye varacak?

Günler geçtikçe beze yapılmayan kakalar da ara ara beze yapılır olmuştu. Her şey sil baştandı sanki. Bunca emek, bunca inanç, bunca heves. Kendi içimde fırtınalar kopuyordu. Cevapsız sorular soruyordum çoğunlukla ve çözümsüz problemler üretiyordum kimi zaman da.

Sonra artık beynime hükmetmem gerektiğini hissettim. Koşulları değiştiremedikçe, değişimin mümkün olmayacağını anladım ve rahatladım. “Vakti gelince” dedim. Yine “ona inandım”.

2 yaşı devirince “Acaba harekete geçmeli miyim?” diye düşünmeye başladım ama havaların biraz daha ısınmasını bekledim sonrasında. Konforundan ödün vermeden, yine ve her koşulda zorlama olmadan ne yapabilirimin derdindeydim çünkü. 25 ayını doldurmuştu. Hava öyle sıcaktı ki, üzerindeki atlet bile adeta fazlalıktı. Şimdi tam da zamanıydı.

“Tuvalet iletişimi”nin ne olduğunu biliyordum ama “tuvalet eğitimi”nden hala haberdar değildim.  Ama “Artık bizimki iletişimden biraz geçti” ve “şimdi nasıl yol almalıyım?” diye karar verebilmek adına birkaç şey okumaya karar verdim. Seçme özgürlüğü ne güzel şey. Kendine yakın bulduğun fikirleri takip edebilmek ve inanma potansiyelini daha özgürce kullanabilmek iyi geliyor insana. Yolunu daha kolay bulmasını sağlıyor.

“Sakinliği”, “baskıdan uzak bir geçişi” salık veren yönlendirmeler kulağıma hoş, kalbime iyi geliyor.

Hesapta olmayan zorunlu ev hanımlığı mesaisi, havaların durumu, Özüm’ün ve benim halet-i ruhiyemizi de devreye katıp, “tam zamanı, hadi bakalım” diyorum.

Bir cesaret açıyor altını ve anlatıyorum başına gelebilecekleri. Oynarken altını ıslatabileceğini, bir şekilde temizleneceğini ama yine de kaka ve çişi geldiğinde beni haberdar etmesinin daha iyi olabileceğini. 3 defa çiş kaçırıyor oyun halısının üzerinde oynarken. Gözünün önünde silerken,bir taraftan da her defasında beni haberdar etmesinin daha iyi olacağını vurguluyorum. Akşam yatarken tabi ki cesaret edip altını açık bırakamıyorum ilk gün. Ne de olsa damdan düşer gibi bir anda aklıma esti bezini fırlatıp atıvermek.

Ertesi sabah kalkıyoruz ve öğlene kadar bir kaka ve bir çiş kaçağı ile maceranın ilk aşamasını tamamlıyoruz. Yani dolu dolu tam bir gün içerisinde sadece yukarıda yazdıklarımla. Sonrasında bir de baktım “çişim geldi” deyip kendi oturuyor salondaki lazımlığın üzerine. Ve ardı arkasına 2 çişini bu şekilde kendi kendine yapıyor. Bu mutlulukla kendimi sokaklara atıyorum gece yatağını korumak için ne bulursam almaya. Taşınabilir lazımlığımızı da yanıma alıyorum (Bunun için ayrı bir yazı yazacağım. Hayat kurtarıcımız, bir annenin bence olmazsa olmazı). Dışarıda geçirdiğimiz süre zarfında 1 defa çiş yapıyor, onda da lazımlığına ve hiç fire vermeden de sağ salim geliyoruz evimize. Evde de yatana kadar aynı şekilde hiç kaçak olmuyor. Yatmadan önce ise “tuvalete çiş yapıp yatmamız gerektiğini” söylüyorum. Önce pek istemiyor sonra, kitap okuma vaadiyle kandırıyorum onu ve hedefi de 12’den vuruyorum.  Uyku öncesi çişini de yapmış oluyor böylece.

Şimdi o mışıl mışıl uyuyor. Bense “Acaba gece nasıl yol almalıyım?” diye bir taraftan araştırmaya çalışıyor, bir taraftan da heyecanımı satırlara döküyorum. Topu topu 1 gün bile dolmadan böyle bir geçişin yaşanabileceğini aklıma getirmiyordum açıkçası. (Her ne kadar altyapı sağlam olsa da 😊) Çünkü hep “tuvalet eğitimi”nden endişe ile, korku ile, bıkkınlık ile bahsedildiğini duymuştum.

İçime serpilen su nasıl serin şu anda anlatamam. Anlatmaya çalışıyorum işte yazarak ama o da hissettirmiyor ki gerçek halini.

Diyeceğim o ki, eğer 1 günde tuvalet alışkanlığı diye bir şey varsa, o ilk günlerdeki “tuvalet iletişimi”nin bir hediyesidir olsa olsa. Bu yüzden bence araştırın. Tuvalet iletişimi nedir diye merak edin. Ve şartlarınız uygun ise de bu güzel iletişiminizin hiçbir şekilde bölünmesine izin vermeyin bizimki gibi. Kazandığınız her gün, her saat yanınıza kar kalacak çünkü.

Ben böyle düşünüyorum işte.

Yani; “Tuvalet iletişimi” candır. “Tuvalet alışkanlığı iletişimi” versiyonu da hiç fena değildir 😉

1 hafta sonra…

Bu yazı altını bağlamadan yatırdığım ilk gece tamamlanmıştı. Yatağına alez sermiştim yatmadan önce ve tuvaletini  de yapmıştı hemen uyku öncesi. Ama kendi geçmiş deneyimlerimden ve kulak dolmalarımdan da bildiğim kadarıyla “bebek bu, gece altına yapardı”. Bu yüzden uyku arasında uyandırıp tuvalete götürmeyi öneren yazılara bir kulak vereyim dedim. Yatmadan önce Özüm’ü kucağıma alıp tuvalete götürdüm. Bir taraftan da ona izah etmeye çalışıyorum. Tabi bizim kuzucuğun uykusu ağır geldi. Gözlerini açmadı bile ve geri yatmak için huzursuzluk belirtileri gösterdi. Ben de zorlamadım. “Yaparsa yapacak altına ne yapalım” dedim ve geri yatırdım. Ne oldu peki biliyor musunuz? Sabah uyandığımda altı kupkuruydu. Uyanır uyanmaz tuvalete gitmeyi teklif ettim. Kabul etti ve hemen çişini yaptı. Evde bir bayram havası 😊  Bugün üzerinden 1 hafta geçti ve Özüm "hemen hemen" gece hiç yatağını ıslatmadı. Bu aralar kanat takmış uçuyorum. Görürseniz şaşırmayın 😊

Not: "Hemen hemen" de ne demek diyeceksiniz. Bir keresinde bol miktar sıvı içtikten sonra uyumuştu, benim de uykum ağır geldi, tepki verdiyse de duymadım ya da belki o da tepki vermedi. Sabah kalktığımda yatağı ıslaktı. Su içip yattığı ve sonrasında onu tuvalete götürmediğim için altını ıslatmış olabileceğini söyledim ona. Biraz serzeniş, biraz tatlı dil. Ortaya karışık yaptım.  Az ona, az kendime kızdım :) Ama onu rencide edecek ya da huzursuz edecek şekilde değil kesinlikle. (Anneler bilir yavrularının o ince çizgilerini muhakkak) Bir daha da tekrarlamadı zaten.  Yani bu ne demek? Uyku arasında bebeğiniz kendisi uyanır ve/veya sıvı bir şeyler tüketirse işte bu arada muhakkak tuvalete götürmeyi ihmal etmeyin. Yoksa o yatak ıslanacaktır hiç şüphesiz. Hala aynı odada yattığımız için ben tepkilerini çok rahat gözlemleyebiliyorum. Bazen yatakta huzursuzca dönüyor ve kalkmak ister gibi davranıyor. İşte o zamanlarda hemen kaldırıp tuvalete götürüyorum ve çişini yapıyor muhakkak. Sonrasında da uykuya devam :)
Bu arada en önemi notu unutuyordum neredeyse:
Bu süreçte sizin ve bebeğinizin en büyük yardımcısı; sakinliğiniz ve adanmışlığınız olacaktır. Zor olduğunu biliyorum ama güzel oluyor, deneyin ;)
...

1 ay sonra...

Ben paylaşana kadar bir ay oldu bile :) Ama bu arada da "Çok erken mi konuşuyorum acaba?" soruları silindi gitti beynimden. Değişen bir şey yok bizim tarafta. Sadece bir gözlem eklemek istedim. Çocuğunuzun psikolojisi de bu süreci çok etkiliyor. Bir gün ardı ardına (yaklaşık 10 dakika içinde 4-5 defa) çişi geldiğini söyledi ve tuvalete götürene kadar da külodunu hafiften ıslattı. Sonrasında ise devamını getirmedi. Sistit olduğunu düşündüm. Ertesi gün doktora götürecektim neredeyse. Ama o gün beni fazlaca özlemiş olabileceğinden endişe ettim ve ona mümkün olduğunca daha da sokuldum ve kendiliğinden düzeldi düzeni de. Bunu da akılda tutmakta fayda var. Bazen türlü sebeplerle duygu dünyalarında çalkantılar olabiliyor onların da tıpkı bizler gibi. Süreci etkileyeceğini unutmadan hareket etmekte ve şefkati elden bırakmamakta her daim fayda var ;)

Birkaç ay sonra...

Gördüm ki ara ara gece kaçakları olabiliyor, başta çok daha iyi başlayan süreç zaman içinde farklılaşabiliyor. Bu yüzden gece kendim yatağa gitmeden ya da uyuyorsam da alarm kurarak 2-3 saatte bir tuvalete götürdüğüm bir dönem geçirdim kısa süreli de olsa. Bu kalkış ve tuvalet ziyaretlerimde elim boş dönmüyor olmak mutluluk veriyordu.

Ve aylar aylar sonra...

Şu an Özüm 34 aylık yani tuvalet alışkanlığı kazanalı tam 10 ay olmuş ve ben henüz yazımı tamamlayıp paylaşabiliyorum. Geçen zamanın şöyle de bir artısı oluyor diye seviniyorum bir taraftan. Süreç aslında başlıktaki kadar kolay ve güllük gülistanlık değil elbet, hatta zaman zaman iniş ve çıkışlar da yaşanabiliyor. Yani 1 günde tuvalet alışkanlığı derken topyekün ve hiç firesiz mucizevi bir alışkanlıktan bahsetmiyorum aslında. Ama bu yola baş koymuşken ve o bezi bir kere çıkarmışken bir daha giydirmemekten, pes etmemekten ve sabretmekten bahsediyorum. Yukarıda bahsetmeye çalıştığım gibi pekçok girdi var süreci etkileyen. Bizimki, gündüzleri başlıktaki kadar rahat bir geçişti ama geceleri zaman zaman tekledi. Kaçaklar nadiren diyebileceğim kadar olsa da, oldu mu oldu işte. Ne zamanki yaklaşık 6 ay geçti üzerinden ister yatmadan su içmiş olsun, ister başka sebepten eğer çişi geldiyse muhakkak beni uyandırdı, ya da sabaha kadar altına kaçırmadan durabildi.  İşte o zaman da ben gönül rahatlığıyla “bu hikaye bitti” diyebildim. 

Bu maratona çıkmış tüm anneler ve yavrularına hikayelerinde “mutlu son”lar diliyorum.




25 Aralık 2017 Pazartesi

"Bebek de Yaparım, Kariyer de!" Mİ ACABAAAA?



Rahatlayın diye hemen söyleyeyim dostlar: "Yok öyle bir şey!"

Nil bizi kandırmış resmen :)

Gerçi o çocuk demişti değil mi? O kısmı kulağa biraz daha sıcak geliyor sanki kabul.

Ama ben bebek kısmından bahsedeceğim, benim konum o :)

Evet  çok inanmak istemiştim ben de: Hem bebeğine, hem kariyerine "layığıyla!" odaklanabilen annelerin var olduğu mitine. Hatta ben de onlardan biri olacaktım kafaya koymuştum.

Oldu mu peki?

Olmadı tabi. Bu satırlar da ondan ya zaten :)

Mit mi peki gerçekten?

Gelin onun da sağlamasını yapalım!

Sağ elinizde (ya da sağ beyninizde diyeyim) canınızdan bir parça: evladınız, sol elinizde de (sol beyninizde yani ):  işiniz olsun. Ve siz de her ikisine birden yetmeye çalışan bir garip annesiniz.

Peki nasıl olacak bu iş o zaman?

Hadi irdeleyelim.

İŞ; "Çoğunlukla 8-5 mesaisi olan, planı programı çok seven ve beklemeyi sevmeyen, maddi ihtiyaçlar doğrultusunda tercihli olarak yapılan, seçme hakkınız doğrultusunda ne zaman, ne şekilde, nasıl organize edileceğine kendi karar verebileceğiniz, yabancı birine/birilerine karşı (işveren ya da müşteri) sorumluluklarınızın olduğu, sonunda bir sonuç elde etmek ve hatta zaman zaman da takdir görebilmek amacıyla yapılan, başarıya ulaşmak için çok "çalışmak" gereken, emekliliğinin gelmesi  için gün sayılan bir çalışma ve bu çalışma için verilen emek"tir diyelim.*

BEBEK peki?

BEBEK; "Mesaisi olmayan yani 7-24 olan, plana programa gelmeyen, ne iş ne de başka bir şey için beklemeyi asla kabul etmeyen, maddi değil ama manevi tatmin noktasında rakip tanımayan, tercih etme ve seçme şansınızın olmadığı, ne zaman, ne şekilde, nasıl olacağına bebeğinizin/ihtiyaçlarının karar verdiği yani son sözü hep onun söylediği (ya da böylesinin doğru olduğu), sorumluluğunuzun kendi canınızdan kanınızdan bir miniğe karşı olduğu, takdir edilmeyi beklemediğiniz, tatminin de verilen "emek/ilgi ve sevgi" ile doğru orantılı olduğu, sarf edilen tüm eforun da bundan sebep olduğu, emekliliği hiç gelmeyen ve hatta gelmesin diye de dualar edilen"dir.

Yani;

Nadiren kesişseler de çoğunlukla ayrılır bu ikili çünkü aslında bambaşkadırlar. Ama hayat ve koşullar onları buluşturur bir şekilde. Farklı kümelerin temsilcileridirler  ve bu kümelerin elemanları  kişiden kişiye, koşuldan koşula değişebilir.

Değişmeyen şeyse koşullar ne olursa olsun EVRENSEL kümenin BEBEK olduğu gerçeğidir.

Yani;

Hayatınızdaki en geniş kümeye bebek sahibi olduktan sonra sahip olursunuz.

Ondan öncekiler de, sonrakiler de hep onun alt kümesidirler/alt kümesi olacaklardır. Ve de artık neyi, nasıl ve ne şekilde yaparsanız yapın, hiçbir şey eskisi gibi değildir/olamayacaktır.

Kesişseler de, ayrışsalar da!


*İŞ'le ilgili yaptığım tanımlama kendi düşüncelerimi/hislerimi değil gözlem ve genelleme yaptığım durumları kapsamaktadır. Zira şimdiye kadar hiçbir gün 8-5 çalışma şansına sahip olmadım. Ama yine de emekliliğim gelsin diye de beklemiyorum :) 


Dip not: Bugün 2 Ekim Dünya Mimarlık Günü ve aynı zamanda Dünya Çocuk Günü. Önceleri başlamış  fakat yarım bırakmış olduğum bu yazıyı bugün tamamlamak istedim çünkü ilginç bir tesadüfle mesleğim ve bebeğimi aynı potada gördüm. Oysa şimdiye kadar pek biraraya getirmemiştim onları. Sebebi mi? Yukarıda yazıyor işte. Anladınız siz :) 
Bugün aynı zamanda çok uzun bir aradan sonra işime "tam zamanlı" geri dönüş günüm. O zaman kutlamak lazım değil mi?Kutlu olsun hem mimarlık, hem çocuk, hem de 28 ay sonra mesleğe geri dönüş günüm!

Dip not 2: 
Soru: 2 Ekim'de yazıp 25 Aralık'da paylaşmak da nesi?  Cevap: 2018'e eskilerden hiçbir şey bırakmama, bembeyaz bir sayfa açma telaşı. (Yoksa 2018'e de kalabilirdi bu ihmalkarlıkla :) )