Benim için çok büyülü bir konu ve
kelime “emzirmek”! Bir annenin bebeğine AŞ olması ve YOLDAŞ olması ... Kadın
olmanın en büyük armağanı...
Yerine konulabilir mi hiçbir şey?
Canın, yarın, bebeğin senden başka bir şeyle, başka bir türlü hiç bu kadar
tatminkar beslenebilir mi?
Beslenmekten kastım süt içmek değil
sadece tabi. Hem karnını, hem ruhunu aynı anda doyurabilmesi yavrunuzun. Cam
bir biberonun yapabileceğinden çok ama çok daha fazlası yani.
İtiraf ediyorum benim en kıymetli
anlarım bu anlar. Hele ki uyumadan önce onu emzirirken karşılıklı
paylaştıklarımız... Gözlerimin içine bakışı... Ona tebessüm ettiğimde bıyık
altından gülerken dudaklarının arasından gözüken dili, öpmem için uzattığı o
minik parmağı... Benim de onu dakikalarca öperek, koklayarak uyutmam... Ve buna
vesile olan 2 mucizevi uzuv.
Evet 2 mucizevi uzuv: Memeler. Her
ne kadar bizde daha çok cinsel obje olarak algılansa da, vurgulamak isterim ki
aslında var olma sebepleri annenin bebeğini besleyebilmesi! Tıpkı kedi, köpek,
kuzu, kurt yani diğer tüm memelilerde olduğu gibi. Yani bu kadar basit. Asıl
amaç bu!
Anne sütünün nasıl bir şifa/ilaç
olduğundansa bahsetmeme gerek yok sanırım. Bu yüzden anlam veremiyorum ya
memelerim sarkacak, bozulacak diye bebeğini bu muhteşem kaynaktan, kendini de
bu enfes duygudan mahrum bırakan annelere. Ve hatta ufaktan da kızıyorum onlara
kendi bebekleri adına hem de.
Bebeğini mecburen mama ile beslemek
zorunda kalan annelere ise hiç lafım yok, bazen de gerçekten iyi ki mamalar var
diyoruz biliyorum. Bu aynı benim “doğal doğum-sezaryen” kıyaslamam gibi. “Gerçekten”
ihtiyaç olduklarında iyi ki varlar, ama kesinlikle sudan sebeplerle değil!
Ben neye inanıyorum biliyor
musunuz? Çok ender durumlar haricinde bir annenin sütünün bebeğine mutlaka
yeteceğine. Diğer beklentilerin ise bir şekilde çok büyük tutulduğuna. Bazı
çizelgelerin de bir kıyaslama yapabilmek adına “yeterince yeterli” olmadığına.
Mesela persentil tablosu falan diyoruz ama. O tabloda hem “sadece anne sütü
alan”, hem “sadece mama alan”, hem “hem anne sütü hem mama alan” bebekler bir
arada. Ve herkes kendi bebeğinin gelişimini bu “ortaya karışık” tabloya bakarak
takip etmeye, yorumlamaya çalışıyor. Baştaki en büyük hata da bu sanırım. Her
bebeğin gelişimi farklı, kıyaslamak ise çok büyük yanlış. Bu yanlışlar zaten
bizi büyük beklentilere, sonra da neyi ne için yaptığımızı bile bilmeden
bir şeyler yapmaya itiyor ya. Bana kalırsa hiç takılmayın. Ne bebeğinizi, ne
kendinizi kıyaslayın ve doğal olana güvenin. Dış sesleri de yok ettiniz mi
gerisi de çorap söküğü gibi gelir zaten. Ama sadece bana kalıyor mu? Kalmıyor biliyorum :) Bebek demek 2 kişinin ve
akabinde de pek çok kişinin sorumlu olduğu bir can demek. Öyle her şeyi bildiği
gibi okuyamıyor insan.
Bizim maceramız biraz zorlu ve
düşündüğümden farklı başlamıştı Özüm'le ama şu an hala o keyfi yaşayabilen/emziren bir
anne olduğum için şükrediyorum. Kafamda da bir senaryo var keşke gerçekleşse
dediğim. Onu hiçbir şekilde zorlama ile, o hazır olmadan ve istemeden memeden
ayırmak istemiyorum. Bugüne kadar en güvenli, en huzurlu gördüğü yeri ona öcü
gibi ya da tiksinilecek bir şeymiş gibi sunmak düşüncesi bile beni huzursuz
ediyor, ona nasıl duygular yaşatacağını ise hiç düşünemiyorum. O yüzden keşke
diyorum şöyle 2 yaş civarlarında Özüm kademeli olarak ve kolayca ayrılabilse
memeden. Keşke diyorum ve çok istiyorum. Acaba çok şey mi istiyorum?
Bu arada Özüm hiç emzik kullanmadı.
Ben de zaten emzik vermeyi en başından beri düşünmediğim için “nolur nolmaz”
diye bile bir emzik almadım kuzuya. Onu yapay bir tatmin duygusuyla, silikon ya
da kauçuk bir malzemeyle “doyurmaya” çalışmak hiç sıcak gelmedi bir kere, ve ne
kadar çok emerse o kadar çok sütüm olur mantığıyla da “gak dese meme guk dese
meme”cilerden oldum ben :)Evet belki
diğeri daha kolaydı. Annenin rahat etmesini, bir süre nefes almasını sağlıyordu
ama ne de olsa ben hep zoru sevdim. Bundan mı kaçacaktım? Emzik emmemesine rağmen parmak da
emmedi kerata. “En doğal emziği” hep yanı başındaydı ya yetti sanırım ona.
Yan yana, koyun koyuna, kokusu kokuma karışırcasına geçen koskoca 16.5 ayı
geride bıraktık bugün itibarı ile. Bakalım şafak kaç? Ama böyle yazdım diye “zorunlu” ya da “bedelli”
sanmayın maceramızı, bildiğiniz “gönüllü” bizimki !