17 Ocak 2016 Pazar

SİZE GÖRE “DOMUZ” BİZE GÖRE “DOMUZCUK” GRİBİ


Özüm doğalı yaklaşık 8 ay olmuştu. Bu kışı ve ilk yaşını hasta olmadan atlatabilmesi aslında hedefimdi ama malum hayat planlar yapmamı sevmiyordu. Ben planlar yaparken o da kendi planlarını uygulamaya koyuyordu ya hani, minik kuşum için de bazı planları vardı demek. Olmasa iyiydi ama :( Neyse...
Sanırım hafta sonu arkadaşlarımızla katıldığımız bir organizasyonda virüsü kapmıştık. Ve ne olduğunu bile anlamadan kendimi yataktan kalkamaz, elimi kolumu kıpırdatamaz, baş ağrısından gözümü bile açamaz ve yüksek ateşten cayır cayır yanarken bulmuştum. Grip oldum diyerek yatak odama çekildim ve 2 gün boyunca da çıkmadım/çıkamadım. Dedim ya elimi bile kaldıracak mecalim yoktu. Vücudumun her yeri ağrıyordu. En çok da başım. Migren ağrılarına bile ağrı demeyip ilaçsız atlatan ben, böyle diyorsam düşünün artık siz nasıl bir ağrı. İlk belirti boğazda hafif bir yanmaydı aslında ve 'Eyvah!' dedim. 'Yine benim malum kış hastalıklarım'. Hemen sarıldım tabi sarımsak-limon, çörekotu-elma sirkesine. Seneler olmuştu ilaç kullanmayı bırakalı ve doğal antibiyotik ve antiseptiklerle kendimi tedavi etmeye başlayalı. O gün bugündür de kendileri benim ekürilerim olmuştu :) Bu yüzden hissettiğim minik bir belirti sonrası yine erken davrandım ve sabahına boğaz ağrımdan eser yoktu. Seviyordum bu 'kocakarı ilaçlarımı' :). Onlar benim ben onların dilinden anlar olmuştuk. Yalnız sabah kalktığımda başka sürprizler bekliyordu bu sefer beni. Eklemlerimde şiddetli ağrılar, yoğun baş ağrısı, halsizlik, iştahsızlık. Bu klasik bir soğuk algınlığı ya da boğaz enfeksiyonu değildi hani şu benim her kış ayak üstü 3-5 defa geçirdiğim. Evet bu gripti. Ve beni bile! yataklara düşürebilmeyi başarmıştı. 'Beni bile' diyorum çünkü 1-Hiçbir şey yapmadan yatmayı hiç sevmem 2-Ağrı eşiğim yüksek olduğundan sanırım kolay kolay da yatmam. Ama artık bu nasıl bir gripse o an gözümü bile açamadan, elimi bile kıpırdatamadan, bir lokma yemek yemeden, ilk gün boyunca Özüm'ü bile göremeden (ki en acısı buydu) 2 gün boyunca tabiri caizse ceset gibi yattım. Sadece vitamin niyetine taze sıkılmış portakal suyu içebiliyordum. Ha bir de kuşburnu çayı tabi, ha bir de ıhlamurlu, elmalı, zencefilli, tarçınlı, karanfilli bitki çayı :) Yani bitki çayları ile kendime gelmeye çalışıyordum çünkü diğer odada bana ihtiyacı olan ve beni bekleyen dünyalar tatlısı bir kızım vardı ve bir an evvel ona kavuşmalıydım. Geçirdiğim pekçok kronik rahatsızlık sonrası kullandığım onlarca ilaçtan sonra, hem kalıcı bir iyileşme sağlayamayıp hem de yeni yeni alakasız pekçok hastalığı da eklerken karneme,  'gerçekten gerekmediķçe' doktora gitmeyip kendi kendimin doktoru olma kararı almıştım bundan birkaç sene önce ve iyi ki de öyle yapmıştım. O gün bugündür hem kendimi daha sağlıklı hissediyordum hem de daha az hastalanmaya başlamıştım. Neyse efendim amma uzattım lafı. Sözün kısası bu da alt tarafı gripti ve atlatacaktım. En son 39.3 dereceyi görmüştüm termometrede ve sonrasında da tekrar ölçüm yapmadım, tek yaptığım ılık limonlu su ile ayak ve baldırlarıma yaptığım uygulama ve ara ara ılık duştu. Bir gün boyunca 39un altına düştüğünü söyleyemem ateşimin. Ama vücudum savaşıyordu ya ne de olsa, yüksek ateş demek o kadar çok savunma ve güçlü bağışıklık demekti o yüzden hiç karışmıyordum zat-ı-alilerinin işine. Onu uzaktan izleyerek, zaten hayatta kalabilmeye programlanmış döngüsünü sekteye uğratmayacaktım dışarıdan müdahalelerle.
Özüm annem ve eşime emanet. Eşim: 'Ateşin çok yüksek hastaneye gidelim' yorumları eşliğinde (-ki son değerleri kendisi hiçbir zaman görmedi -yoksa yaka paça da olsa zorla götürürdü beni :) , bir taraftan bu baskının bana pek kar etmeyeceğini bildiği için de bir süre sonra tepkisiz izliyor neler olacak diye. Ne mi oldu? 2.günün sonunda artık odamdan kafamı çıkarabiliyor ve yemek yemek için masaya oturabiliyordum. Yiyebiliyor muydum peki? Eh işte diyelim. Ölmeyecek kadar :) İlk günün sonunda da Özüm'le hasret gidermeye başlamıştık. Emzirmek için ara ara kavuşuyorduk kızımla. Gerçi beni tanıyor muydu bilinmez ağızda maske, saç baş birbirine karışmış şekilde ama? O da ben de bir şekilde idare ediyorduk. Neyseki emzirmek bu dünyanın en güzel şeyiydi de, bu vaziyette bile hiiiç ama hiiiç koymuyordu bana.
2.günün sonunda birden iyileştim mi peki? Tabi ki hayır. Yoğun öksürük krizleri ile devam ediyordum hastalığımla boğuşmaya  aslında taaa ki, emzirirken Özüm'ün avuçlarım arasında ateş topu gibi yanmaya başladığını hissedene kadar. İşte o an iyileşmiştim daha doğrusu zorundaydım  ve dahası kendimi unutmuştum bile. Ateşini ilk  ölçtüğümde 37.8 di. Evet benim için korkulacak bir değer değildi ama ateşi vardı ve artacağa da benziyordu. Emzirmeye devam ettim. En iyi ilacı annesinin sütü olacaktı çünkü. Ona da sanırım benden bulaşmıştı bu hain virüsler. O kadar korunmama rağmen hem de. Her emzirme seansı öncesi ya banyo yapıyor, ya komple kıyafetlerimi değiştiriyor ve maske kullanmadan uyumuyordum bile ama işte olacak olduğu zaman oluyordu. Keşke benimle 2 katı 3 katı daha fazla savaşsaydı da bu hain virüsler kızımı hiç bulaştırmasaydı bu işe olmaz mıydı? diye düşünüyordum sık sık.  “Olmazdı” diyorlar. “O da savaşmalı, kazanmalı ve bağışıklığını kuvvetlendirmeli”! “Peki” diyorum ben de. “Hodri meydan! Biz hazırız” :).
Ateşi gitgide artıyor ben limonlu su ve ılık su uygulamasını ona da yapıyordum. Ayaklarına bu suya batırılmış çoraplar giydiriyordum sık sık. Zaman zaman düşürüyor, kontrol altına alıyor zaman zaman da hızla yükselmesine engel  olamıyordum ama. Doktorumuza da danıştık 38 derecenin üzerine çıkmasına pek müsade etmeyin ateş düşürücü verebilirsiniz dedi. Ama niye ki? Zaten 38 dereceye ne kalmıştı? Ben onun da vücudunun savaşmasını ve böylece daha da güçlü bir bebek olarak devam etmesini istiyordum hayata. Ona bırakabileceğim en büyük hazine bu olacaktı çünkü. Hem ateş kötü birşey değildi ki. Bir hastalık da değildi zaten. Bir göstergeydi sadece. Vücudun savaştığını anlatan bir gösterge. O yüzden baskılamak ne derece doğruydu? Neyse kendimce bir sınır değer belirledim kafamda. Neye göre mi peki? Tamamen içgüdüler desem :)  O değeri aşmadıktan sonra herhangi bir ateş düşürücü vermeyecektim kızıma. Ve öyle de yaptım. Önerilen ilaçların yurtdışında yasaklatıldığını bile bile, sırf termometrede daha düşük bir değer okuyabilmek adına kızımı zehirlemek istemiyordum. Ne de olsa ateş işi bittiği zaman gidecekti, ben istediğim zaman değil. Değerin ne olduğunu ise yazmayacağım buraya ama sadece kızı annesinden daha dayanıklı çıktı dersem siz anlarsınız sanırım :). Saat sabaha karşı 03:00, yaklaşık 9 saattir ateşle mücadelesini sürdüyordu kızım. Tabi ki sürekli kontrol bu noktada çok önemli, gözden hiçbir şeyi kaçırmamak gerekiyor.  Düzenli yaptığım ateş kontrollerinden sonuncusunda, aklımdaki sınır değere bir anda sıçrayıvermiş olduğunu görüyorum minik kızımın ateşinin ve pek de gerileyeceğe benzemediğini hissediyorum. Annelik böyle birşey işte, en azından benim için tamamen “hissiyat ve içgüdüler”… En doğru ve en güvenilir yol göstericilerim onlar benim.  Heyecanlanıyorum tabi ve daha da ilerleyip gecenin bir yarısı ellerimizi ayaklarımıza dolaştırmaması adına doktorumun önerisinden de az bir ölçek ateş düşürücü şurup veriyorum Özüm'e.  Ne de olsa saatlerdir hiçbir müdahale olmadan savaşmış ve bu da onun minik bedeni için bence yeterli olmuştu. Yine de o şurubu verirken bile suçluluk duydum mu? Duydum. Ne deli kadınım ben de! Millet ilaç vermezse suçlanır, bense verince. Ne yapayım işte. Ben de böyleyim. Daha doğrusu 30'umdan sonra ve hayatın beni yönlendirmesi sonucu bu hallerdeyim :) Yazsam hakikaten roman olur ve belki de bir gün yazarım. Ama en azından şu anda şunu söylemek isterim ki kimse beni doktor, tıp, ilaç karşıtı zannetmesin (Şeyyy, tamam belki biraz ilaç karşıtı olabilirim ama :). Sadece kişinin kendi bedenini çok daha iyi analiz edebildiğini ve daha bütüncül bir yaklaşımla "kronik" rahatsızlıklarına çözüm üretebileceğini düşünüyorum. Keşke günümüz modern tıbbı, altında yatan sebepleri irdelemeden, 'ben'le 'sen' arasında fark olduğunu bilmiyormuş gibi herkese aynı tedaviyi önerip, reçeteler dolusu ilaçlarla eve göndermeseydi hastasını da ben de böyle düşünmeseydim ama maalesef bugün durum böyle. Hipokrat'tan sonra çok şey değişti yani :) Bu yüzden kendi kendimin doktoru oldum ben. Tabi ki hekimlerin varlıklarının da duacısı olduğum durumlar yok değil. Kazalar, akut rahatsızlıklar, acil durum ve ameliyatlar gibi ve onları ayrı bir yere koyuyorum ama ben her başı ağrıdığında doktora giden, her midesi bulandığında ilaca sarılan biri olmadım ve olmak da istemiyorum. Ve bu halimden çok ama çok mutluyum. Etrafımdakiler mutlu mu derseniz? İşte onu bilemiyorum. Bence onlara sormak lazım :). Neyse en azından şunu söyleyebilirim ki  doktorlarımın pekçoğu da saygı duyup desteklerler beni. Yani çok da 'kötü çocuk' sayılmam sanırım :).
Yine uzadı gitti laf. Nerde kalmıştık? Özüm'ün ateşi düştükten sonra sabaha kadar uyudu ha bir de gece kusması olmuştu. Benim güleç, homini gırtlak yiyen kızım gitmiş, durgun, gülmeyen, gözlerini zor aralayan ve iştahsız başka bir bebek gelmişti. Gel de için parçalanmasındı. Zordu annelik zordu. Neyse sabah olsun. İlk işimiz doktoruna  götürmek olacaktı. Bana pek masum gibi gözükmeyen bir durum vardı ortada ve işte bu noktada 'bence' doktora gitme vaktiydi. Nitekim gittik ve yapılan testler sonucu Özüm'ün 'domuz gribi' olduğunu öğrendik. Kulağa ne kötü geliyor öyle değil mi? Domuz Gribi!!! Yoooo, bana kötü gelmiyor işte, diğer grip türlerinden pek de farklı olduğunu da düşünmüyorum açıkçası ve biraz fazlaca da abartılıp haber yapıldığını düşünüyorum  üstelik.   Ama tabi yüzümde güller de açmıyor hani bu haberi aldığımda, tıpkı doktorunun bilgilendirirken yüzünde güller açmaması gibi.
Ama bana ne söylüyor biliyor musunuz? “Hadi bakalım,  bu da bizim için bir test olacak. Anne sütü alan, organik ek gıdalarla beslenen, annesi doğal beslenmesine vs. önem veren, kimyasallardan ve ilaçlardan uzak bir hayat süren ve doğal yollarla müdahalesiz bir şekilde doğan Özüm bebeğin bu hastalık karşısındaki ilerlemesi nasıl olacak? Tüm bunlar bakalım ne kadar işe yarayacak? Ya da yarayacak mı?”
Heyecanlanıyorum birden Özüm'ün poposuna bir şaplak atıyorum ve 'Hadi bakalım kızım göstereceğiz' :) diyorum. Eve geldikten sonra yazılan alternatifli ilaçlar arasından sadece ateş düşürücüden yine az bir ölçek içiriyorum ve 39ların üzerine çıkan ateş gitgide geriliyor, geriliyor. Ve ekstra başka hiçbir destek almadan iyileşme yolunda en büyük adımı atıyor geceyi huzurlu bir şekilde uyuyarak geçiriyor Özüm. Annesi ne yapıyor peki? O da yaklaşık 48 saattir uykusuz, kızının başında nöbet tutuyor ve hiç işi yokmuş gibi bunları yazıyor. Aslında o kadar çok işi var ki ama sanırım yazmayı seviyor. Bu arada şu bizim 'Domuz' gribiyle olan mücadelelerinin sonucunu da çooook merak ediyor. Bakalım göreceğiz ;)

Hastalığın 2.günü:
Özüm'ün ateşi normal vücut sıcaklığına gerilemiş durumda. Hem de toplasanız bir ölçek şurup zor vermişken. Yani aslında kendi zaferi ile. Kaçmış olan iştah da giden ateşle birlikte geri gelmeye başladı. Birdenbire olmasa da o gelişmeyi gözlemlemek bile çok iyi geliyor insana. Giden neşe-keyif ise son sürat geri dönmekte. Benim eli ayağı durmaksızın işleyen kızım yine aynı coşkuyla devam ediyor hareketlerine. Doktorumuz öksürüğü olacak dedi. Şimdi onu bekliyorum açıkçası yoksa çoktan iyileşti derim bu güçlü miniğe. Ama umarım olmaz o öksürük illeti de. Çünkü kendilerinden haddinden fazla çeken biriyim. Bugünü de geçirelim bakalım. Sonra daha net konuşabileceğim.

Hastalığın 3.günü:
Sanki hiç hasta olmamışız gibi :) Doktorumuzu bilgilendiriyorum gelişmelerle ilgili. Ve soruyorum savaşın galibi sayılabilir miyiz diye? Gelen cevap gücüme güç, mutluluğuma mutluluk katıyor: SİZ KAZANDINIZ!

Evet, şu medya aracılığı ile haddinden fazla korku salınan, ölümlere sebebiyet verdiği ilan edilen meşhur “domuz gribi”, bizim eve de uğradı. Nasıl olduğumuzu merak etmiş. Çooooookkkk ama çooookkk iyiyiz dedik ve uğurladık kendilerini. Baktı bizden iş çıkmayacak çok da kalmak istemedi zaten.  “Güle güle sevgili ‘Domuzcuk’ gribi. Bana ve kızıma güçlü bir bağışıklık bıraktığın için de ayrıca teşekkürler. Kal SAĞLICAKLA ;)

Minik not: Özüm'ün öksürüğü oldu mu peki? Olacak gibi oldu :) Çoook hafif bir burun akıntısı ve akabinde toplasanız 10 kereyi geçmeyen, sürekliliği olmayan öksürükler. O da hastalığı atlattık dedikten sonra başlayan. Bunu da burnunu düzenli temiz tutmaya çalışarak ve soğuk buhar uygulaması yaparak (1 soğanı ortadan ikiye kesip buharın önüne tutarak -reçete doktoruma ait bu arada-beni çözen doktorum şurup demeden önce bunları telaffuz ediyor bana ne mutlu :) ) atlattık sanıyorum. Bir de hastalığın başından beri içirdiğim papatya ve ıhlamurlu elma çayının da katkıları olmuştur sanıyorum.

Bir minik not daha: Bunlar benim uzun seneler boyunca ve vücudumu tanıdıktan, neye, ne kadar, nasıl ihtiyacı olduğunu keşfettikten sonraki deneyimlerim ve uygulamalarım. Siz siz olun doktorunuzu dinlemeyi ihmal etmeyin ama tabi iç sesinizi de yabana atmayın ;) 





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder