Özüm doğalı yaklaşık 8 ay olmuştu. Bu kışı ve ilk yaşını hasta
olmadan atlatabilmesi aslında hedefimdi ama malum hayat planlar yapmamı
sevmiyordu. Ben planlar yaparken o da kendi planlarını uygulamaya koyuyordu ya
hani, minik kuşum için de bazı planları vardı demek. Olmasa iyiydi ama :(
Neyse...
Sanırım hafta sonu arkadaşlarımızla katıldığımız bir organizasyonda
virüsü kapmıştık. Ve ne olduğunu bile anlamadan kendimi yataktan kalkamaz,
elimi kolumu kıpırdatamaz, baş ağrısından gözümü bile açamaz ve yüksek ateşten
cayır cayır yanarken bulmuştum. Grip oldum diyerek yatak odama çekildim ve 2
gün boyunca da çıkmadım/çıkamadım. Dedim ya elimi bile kaldıracak mecalim
yoktu. Vücudumun her yeri ağrıyordu. En çok da başım. Migren ağrılarına bile
ağrı demeyip ilaçsız atlatan ben, böyle diyorsam düşünün artık siz nasıl bir
ağrı. İlk belirti boğazda hafif bir yanmaydı aslında ve 'Eyvah!' dedim. 'Yine
benim malum kış hastalıklarım'. Hemen sarıldım tabi sarımsak-limon, çörekotu-elma
sirkesine. Seneler olmuştu ilaç kullanmayı bırakalı ve doğal antibiyotik ve
antiseptiklerle kendimi tedavi etmeye başlayalı. O gün bugündür de kendileri
benim ekürilerim olmuştu :) Bu yüzden hissettiğim minik bir belirti sonrası
yine erken davrandım ve sabahına boğaz ağrımdan eser yoktu. Seviyordum bu
'kocakarı ilaçlarımı' :). Onlar benim ben onların dilinden anlar olmuştuk.
Yalnız sabah kalktığımda başka sürprizler bekliyordu bu sefer beni.
Eklemlerimde şiddetli ağrılar, yoğun baş ağrısı, halsizlik, iştahsızlık. Bu
klasik bir soğuk algınlığı ya da boğaz enfeksiyonu değildi hani şu benim her
kış ayak üstü 3-5 defa geçirdiğim. Evet bu gripti. Ve beni bile! yataklara
düşürebilmeyi başarmıştı. 'Beni bile' diyorum çünkü 1-Hiçbir şey yapmadan
yatmayı hiç sevmem 2-Ağrı eşiğim yüksek olduğundan sanırım kolay kolay da
yatmam. Ama artık bu nasıl bir gripse o an gözümü bile açamadan, elimi bile
kıpırdatamadan, bir lokma yemek yemeden, ilk gün boyunca Özüm'ü bile göremeden
(ki en acısı buydu) 2 gün boyunca tabiri caizse ceset gibi yattım. Sadece
vitamin niyetine taze sıkılmış portakal suyu içebiliyordum. Ha bir de kuşburnu
çayı tabi, ha bir de ıhlamurlu, elmalı, zencefilli, tarçınlı, karanfilli bitki
çayı :) Yani bitki çayları ile kendime gelmeye çalışıyordum çünkü diğer odada
bana ihtiyacı olan ve beni bekleyen dünyalar tatlısı bir kızım vardı ve bir an
evvel ona kavuşmalıydım. Geçirdiğim pekçok kronik rahatsızlık sonrası
kullandığım onlarca ilaçtan sonra, hem kalıcı bir iyileşme sağlayamayıp hem de
yeni yeni alakasız pekçok hastalığı da eklerken karneme, 'gerçekten gerekmediķçe' doktora gitmeyip
kendi kendimin doktoru olma kararı almıştım bundan birkaç sene önce ve iyi ki
de öyle yapmıştım. O gün bugündür hem kendimi daha sağlıklı hissediyordum hem
de daha az hastalanmaya başlamıştım. Neyse efendim amma uzattım lafı. Sözün
kısası bu da alt tarafı gripti ve atlatacaktım. En son 39.3 dereceyi görmüştüm
termometrede ve sonrasında da tekrar ölçüm yapmadım, tek yaptığım ılık limonlu
su ile ayak ve baldırlarıma yaptığım uygulama ve ara ara ılık duştu. Bir gün
boyunca 39un altına düştüğünü söyleyemem ateşimin. Ama vücudum savaşıyordu ya
ne de olsa, yüksek ateş demek o kadar çok savunma ve güçlü bağışıklık
demekti o yüzden hiç karışmıyordum zat-ı-alilerinin işine. Onu uzaktan
izleyerek, zaten hayatta kalabilmeye
programlanmış döngüsünü sekteye uğratmayacaktım dışarıdan müdahalelerle.
Özüm annem ve eşime emanet. Eşim: 'Ateşin çok yüksek hastaneye
gidelim' yorumları eşliğinde (-ki son değerleri kendisi hiçbir zaman görmedi
-yoksa yaka paça da olsa zorla götürürdü beni :) , bir taraftan bu baskının
bana pek kar etmeyeceğini bildiği için de bir süre sonra tepkisiz izliyor neler
olacak diye. Ne mi oldu? 2.günün sonunda artık odamdan kafamı çıkarabiliyor ve
yemek yemek için masaya oturabiliyordum. Yiyebiliyor muydum peki? Eh işte
diyelim. Ölmeyecek kadar :) İlk günün sonunda da Özüm'le hasret gidermeye
başlamıştık. Emzirmek için ara ara kavuşuyorduk kızımla. Gerçi beni tanıyor
muydu bilinmez ağızda maske, saç baş birbirine karışmış şekilde ama? O da ben
de bir şekilde idare ediyorduk. Neyseki emzirmek bu dünyanın en güzel şeyiydi
de, bu vaziyette bile hiiiç ama hiiiç koymuyordu bana.
2.günün sonunda birden iyileştim mi peki? Tabi ki hayır. Yoğun
öksürük krizleri ile devam ediyordum hastalığımla boğuşmaya aslında taaa ki, emzirirken Özüm'ün avuçlarım
arasında ateş topu gibi yanmaya başladığını hissedene kadar. İşte o an
iyileşmiştim daha doğrusu zorundaydım ve
dahası kendimi unutmuştum bile. Ateşini ilk
ölçtüğümde 37.8 di. Evet benim için korkulacak bir değer değildi ama
ateşi vardı ve artacağa da benziyordu. Emzirmeye devam ettim. En iyi ilacı
annesinin sütü olacaktı çünkü. Ona da sanırım benden bulaşmıştı bu hain
virüsler. O kadar korunmama rağmen hem de. Her emzirme seansı öncesi ya banyo yapıyor,
ya komple kıyafetlerimi değiştiriyor ve maske kullanmadan uyumuyordum bile ama
işte olacak olduğu zaman oluyordu. Keşke benimle 2 katı 3 katı daha fazla
savaşsaydı da bu hain virüsler kızımı hiç bulaştırmasaydı bu işe olmaz mıydı? diye
düşünüyordum sık sık. “Olmazdı”
diyorlar. “O da savaşmalı, kazanmalı ve bağışıklığını kuvvetlendirmeli”! “Peki”
diyorum ben de. “Hodri meydan! Biz hazırız” :).
Ateşi gitgide artıyor ben limonlu su ve ılık su uygulamasını ona da
yapıyordum. Ayaklarına bu suya batırılmış çoraplar giydiriyordum sık sık. Zaman zaman düşürüyor, kontrol altına alıyor zaman zaman da hızla
yükselmesine engel olamıyordum ama.
Doktorumuza da danıştık 38 derecenin üzerine çıkmasına pek müsade etmeyin ateş
düşürücü verebilirsiniz dedi. Ama niye ki? Zaten 38 dereceye ne kalmıştı? Ben onun
da vücudunun savaşmasını ve böylece daha da güçlü bir bebek olarak devam
etmesini istiyordum hayata. Ona bırakabileceğim en büyük hazine bu olacaktı
çünkü. Hem ateş kötü birşey değildi ki. Bir hastalık da değildi zaten. Bir
göstergeydi sadece. Vücudun savaştığını anlatan bir gösterge. O yüzden
baskılamak ne derece doğruydu? Neyse kendimce bir sınır değer belirledim
kafamda. Neye göre mi peki? Tamamen içgüdüler desem :) O değeri aşmadıktan sonra herhangi bir ateş
düşürücü vermeyecektim kızıma. Ve öyle de yaptım. Önerilen ilaçların
yurtdışında yasaklatıldığını bile bile, sırf termometrede daha düşük bir değer
okuyabilmek adına kızımı zehirlemek istemiyordum. Ne de olsa ateş işi bittiği
zaman gidecekti, ben istediğim zaman değil. Değerin ne olduğunu ise
yazmayacağım buraya ama sadece kızı annesinden daha dayanıklı çıktı dersem siz
anlarsınız sanırım :). Saat sabaha karşı 03:00, yaklaşık 9 saattir ateşle
mücadelesini sürdüyordu kızım. Tabi ki sürekli kontrol bu noktada çok önemli,
gözden hiçbir şeyi kaçırmamak gerekiyor.
Düzenli yaptığım ateş kontrollerinden sonuncusunda, aklımdaki sınır
değere bir anda sıçrayıvermiş olduğunu görüyorum minik kızımın ateşinin ve pek
de gerileyeceğe benzemediğini hissediyorum. Annelik böyle birşey işte, en azından
benim için tamamen “hissiyat ve içgüdüler”… En doğru ve en güvenilir yol
göstericilerim onlar benim. Heyecanlanıyorum
tabi ve daha da ilerleyip gecenin bir yarısı ellerimizi ayaklarımıza
dolaştırmaması adına doktorumun önerisinden de az bir ölçek ateş düşürücü şurup
veriyorum Özüm'e. Ne de olsa saatlerdir
hiçbir müdahale olmadan savaşmış ve bu da onun minik bedeni için bence yeterli
olmuştu. Yine de o şurubu verirken bile suçluluk duydum mu? Duydum. Ne deli
kadınım ben de! Millet ilaç vermezse suçlanır, bense verince. Ne yapayım işte.
Ben de böyleyim. Daha doğrusu 30'umdan sonra ve hayatın beni yönlendirmesi
sonucu bu hallerdeyim :) Yazsam hakikaten roman olur ve belki de bir gün yazarım.
Ama en azından şu anda şunu söylemek isterim ki kimse beni doktor, tıp, ilaç
karşıtı zannetmesin (Şeyyy, tamam belki biraz ilaç karşıtı olabilirim ama :).
Sadece kişinin kendi bedenini çok daha iyi analiz edebildiğini ve daha bütüncül
bir yaklaşımla "kronik" rahatsızlıklarına çözüm üretebileceğini düşünüyorum.
Keşke günümüz modern tıbbı, altında yatan sebepleri irdelemeden, 'ben'le 'sen'
arasında fark olduğunu bilmiyormuş gibi herkese aynı tedaviyi önerip, reçeteler
dolusu ilaçlarla eve göndermeseydi hastasını da ben de böyle düşünmeseydim ama
maalesef bugün durum böyle. Hipokrat'tan sonra çok şey değişti yani :) Bu
yüzden kendi kendimin doktoru oldum ben. Tabi ki hekimlerin varlıklarının da
duacısı olduğum durumlar yok değil. Kazalar, akut rahatsızlıklar, acil durum ve
ameliyatlar gibi ve onları ayrı bir yere koyuyorum ama ben her başı ağrıdığında
doktora giden, her midesi bulandığında ilaca sarılan biri olmadım ve olmak da
istemiyorum. Ve bu halimden çok ama çok mutluyum. Etrafımdakiler mutlu mu
derseniz? İşte onu bilemiyorum. Bence onlara sormak lazım :). Neyse en azından
şunu söyleyebilirim ki doktorlarımın
pekçoğu da saygı duyup desteklerler beni. Yani çok da 'kötü çocuk' sayılmam
sanırım :).
Yine uzadı gitti laf. Nerde kalmıştık? Özüm'ün ateşi düştükten sonra
sabaha kadar uyudu ha bir de gece kusması olmuştu. Benim güleç, homini gırtlak
yiyen kızım gitmiş, durgun, gülmeyen, gözlerini zor aralayan ve iştahsız başka
bir bebek gelmişti. Gel de için parçalanmasındı. Zordu annelik zordu. Neyse
sabah olsun. İlk işimiz doktoruna
götürmek olacaktı. Bana pek masum gibi gözükmeyen bir durum vardı ortada
ve işte bu noktada 'bence' doktora gitme vaktiydi. Nitekim gittik ve yapılan
testler sonucu Özüm'ün 'domuz gribi' olduğunu öğrendik. Kulağa ne kötü geliyor
öyle değil mi? Domuz Gribi!!! Yoooo, bana kötü gelmiyor işte, diğer grip
türlerinden pek de farklı olduğunu da düşünmüyorum açıkçası ve biraz fazlaca da
abartılıp haber yapıldığını düşünüyorum
üstelik. Ama tabi yüzümde güller
de açmıyor hani bu haberi aldığımda, tıpkı doktorunun bilgilendirirken yüzünde
güller açmaması gibi.
Ama bana ne söylüyor biliyor musunuz? “Hadi bakalım, bu da bizim için bir test olacak. Anne sütü
alan, organik ek gıdalarla beslenen, annesi doğal beslenmesine vs. önem veren,
kimyasallardan ve ilaçlardan uzak bir hayat süren ve doğal yollarla müdahalesiz bir şekilde doğan Özüm bebeğin bu hastalık karşısındaki
ilerlemesi nasıl olacak? Tüm bunlar bakalım ne kadar işe yarayacak? Ya da
yarayacak mı?”
Heyecanlanıyorum birden Özüm'ün poposuna bir şaplak atıyorum ve
'Hadi bakalım kızım göstereceğiz' :) diyorum. Eve geldikten sonra yazılan
alternatifli ilaçlar arasından sadece ateş düşürücüden yine az bir ölçek
içiriyorum ve 39ların üzerine çıkan ateş gitgide geriliyor, geriliyor. Ve
ekstra başka hiçbir destek almadan iyileşme yolunda en büyük adımı atıyor
geceyi huzurlu bir şekilde uyuyarak geçiriyor Özüm. Annesi ne yapıyor peki? O
da yaklaşık 48 saattir uykusuz, kızının başında nöbet tutuyor ve hiç işi yokmuş
gibi bunları yazıyor. Aslında o kadar çok işi var ki ama sanırım yazmayı seviyor.
Bu arada şu bizim 'Domuz' gribiyle olan mücadelelerinin sonucunu da çooook
merak ediyor. Bakalım göreceğiz ;)
…
Hastalığın 2.günü:
Özüm'ün ateşi normal vücut sıcaklığına gerilemiş durumda. Hem de
toplasanız bir ölçek şurup zor vermişken. Yani aslında kendi zaferi ile. Kaçmış
olan iştah da giden ateşle birlikte geri gelmeye başladı. Birdenbire olmasa da
o gelişmeyi gözlemlemek bile çok iyi geliyor insana. Giden neşe-keyif ise son
sürat geri dönmekte. Benim eli ayağı durmaksızın işleyen kızım yine aynı
coşkuyla devam ediyor hareketlerine. Doktorumuz öksürüğü olacak dedi. Şimdi onu
bekliyorum açıkçası yoksa çoktan iyileşti derim bu güçlü miniğe. Ama umarım
olmaz o öksürük illeti de. Çünkü kendilerinden haddinden fazla çeken biriyim.
Bugünü de geçirelim bakalım. Sonra daha net konuşabileceğim.
…
Hastalığın 3.günü:
Sanki
hiç hasta olmamışız gibi :) Doktorumuzu bilgilendiriyorum
gelişmelerle ilgili. Ve soruyorum savaşın galibi sayılabilir miyiz diye? Gelen cevap
gücüme güç, mutluluğuma mutluluk katıyor: SİZ KAZANDINIZ!
Evet,
şu medya aracılığı ile haddinden fazla korku salınan, ölümlere sebebiyet
verdiği ilan edilen meşhur “domuz gribi”, bizim eve de uğradı. Nasıl olduğumuzu
merak etmiş. Çooooookkkk ama çooookkk iyiyiz dedik ve uğurladık kendilerini. Baktı
bizden iş çıkmayacak çok da kalmak istemedi zaten. “Güle güle sevgili ‘Domuzcuk’ gribi. Bana ve
kızıma güçlü bir bağışıklık bıraktığın için de ayrıca teşekkürler. Kal SAĞLICAKLA
;)
Minik not: Özüm'ün öksürüğü oldu mu peki? Olacak gibi oldu :) Çoook hafif bir burun akıntısı ve akabinde toplasanız 10 kereyi geçmeyen, sürekliliği olmayan öksürükler. O da hastalığı atlattık dedikten sonra başlayan. Bunu da burnunu düzenli temiz tutmaya çalışarak ve soğuk buhar uygulaması yaparak (1 soğanı ortadan ikiye kesip buharın önüne tutarak -reçete doktoruma ait bu arada-beni çözen doktorum şurup demeden önce bunları telaffuz ediyor bana ne mutlu :) ) atlattık sanıyorum. Bir de hastalığın başından beri içirdiğim papatya ve ıhlamurlu elma çayının da katkıları olmuştur sanıyorum.
Bir minik not daha: Bunlar benim uzun seneler boyunca ve vücudumu tanıdıktan, neye, ne kadar, nasıl ihtiyacı olduğunu keşfettikten sonraki deneyimlerim ve uygulamalarım. Siz siz olun doktorunuzu dinlemeyi ihmal etmeyin ama tabi iç sesinizi de yabana atmayın ;)
Minik not: Özüm'ün öksürüğü oldu mu peki? Olacak gibi oldu :) Çoook hafif bir burun akıntısı ve akabinde toplasanız 10 kereyi geçmeyen, sürekliliği olmayan öksürükler. O da hastalığı atlattık dedikten sonra başlayan. Bunu da burnunu düzenli temiz tutmaya çalışarak ve soğuk buhar uygulaması yaparak (1 soğanı ortadan ikiye kesip buharın önüne tutarak -reçete doktoruma ait bu arada-beni çözen doktorum şurup demeden önce bunları telaffuz ediyor bana ne mutlu :) ) atlattık sanıyorum. Bir de hastalığın başından beri içirdiğim papatya ve ıhlamurlu elma çayının da katkıları olmuştur sanıyorum.
Bir minik not daha: Bunlar benim uzun seneler boyunca ve vücudumu tanıdıktan, neye, ne kadar, nasıl ihtiyacı olduğunu keşfettikten sonraki deneyimlerim ve uygulamalarım. Siz siz olun doktorunuzu dinlemeyi ihmal etmeyin ama tabi iç sesinizi de yabana atmayın ;)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder