26 Nisan 2016 Salı

DİKKAT LOHUSA ÇIKABİLİR!





Aynen!Tam da öyle başlıktaki gibi, yani lohusa kafası başka bir kafa. Bizzat yaşadım test ettim de ondan söylüyorum :) Aslında sıcağı sıcağına yazabilme fırsatı bulsam sanırım daha doyurucu olurdu bu yazı ama yine de hafızamdan silinmeyen duygu ve düşünceleriyle! ifade etmeye çalışayım şu meşhur “lohusa sendromu”nu :)

Efendim lohusa demek, canından can doğurmuş, bambaşka bir hayata merhaba demiş, birazcık da neye uğradığını şaşırmış, tazecik, yeni yetme bir anne demek. Yani onun için herşey yeni! Yaşadığı ve bundan sonra yaşayacağı tüm deneyimler. Hormonlar coşmuş vaziyette zaten, hassaslık tavan, en baba adet öncesi gerginliği yanında halt eder, solda sıfır hatta eksilerde bile kalır :) Bir tane minnak var dünyasına hoşgelmiş, gözü ondan başkasını görmüyor. Etrafındaki herkesten de tek istediği anlayış ve ilgi. Tabi minnak şirin varken sahnede;  ilginin de, anlayışın da, onun da bunun da en bol kepçedeni ona ayrılıyor. Herkes bildiğince, elinden geldiğince, dili de döndüğünce bişeyler eklemeye çalışıyor yeni yetme annenin dünyasına ve de. Anne zaten çok okur, çok bilir, kendince doğruları olan bir anne olunca da bu dışarıdan gelen bilgilerin, uygulamaların hepsi kırmızı hatta takılıp kalıyor; değerlendirilip, uygun görülürse kabul ediliyor, kabul edilmezse de savaşılıyor. İşte lohusa sendromu da bence tam da bu noktada başlıyor. Anne birşeylerle mücadele etmeye başlayınca yani.

Mesela deniyor ki, “Sen daha lohusasın giy ayağına çoraplarını üşütürsün sütünden bebeğine geçer”. Sanki Haziran ayında Antalya’nın havasından bihaberlermiş gibi. Havayı da geçtim, ateşten neredeyse yarı çıplak dolaşan ve ayaklarının altından  alev çıkan anneye kurulacak en kötü cümle gibi geliyor bu cümle. Anne inatçı  olunca  giyiyor mu o çorabı? Hayır! Kolay oluyor mu peki bu? Tabi ki hayır! Çünkü onlarca kez aynı cümleyi duyup aynı red cevabını vermek zorunda kalıyor. Hafiften gerilmeye başlıyor mu sonrasında? Başlıyor :)

Anne koynundan ayırmıyor tabi bebesini. Nasıl ayırsın? O daha çok yeni bu dünyada. Ürkek bir güvercin gibi. Tek bildiği anne kokusu. Ondan nasıl uzak kalsın? Hem böyle daha huzurlu olacağına inanıyor anne, hem de onun gerçekten buna ihtiyacı olduğuna. Çünkü doğduktan sonraki üç ay da aslında 4.trimester olarak adlandırılıyor yani hamileliğin devamı gibi. Bebeğin anneye bağımlı olduğu dönem bu da yani. Bu yüzden sarıyor sarmalıyor bebesini göğsüne, görüp de yorum yapmadan geçmek olmuyor tabi bu durumda: “Kucağa alışacak bak böyle, yapma alıştırma”. Ne yapsın yani? Doğar doğmaz bebeği  boş ve soğuk bir beşiğe bıraksın da “Al işte tanış yeni dünyan bu!” mu desin? Ağlamasına kayıtsız mı kalsın? Anne anlamıyor, anne anlam veremiyor.

Anne koynundan ayırmak istemiyor ya bebesini, gece de yanında yatırmak istiyor bu yüzden. “Aman gözünü seveyim, ezer boğarsın çocuğu, yapma eyleme” deniyor. Nasıl ezer annesi  onu? Varlığı bile  put kesilmesine, nasıl yattıysa öyle kalkmasına sebep oluyor. Nefes alışverişleri bile senkronize, en ufak bir inleme başında davul çalınıyor gibi gözlerini faltaşı gibi açıyor annenin. O annesinin kelebeği hem. O kadar hassas davranır annesi ona karşı. İster mi kötü bir deneyim yaşamayı/yaşatmayı? Hem  annelik içgüdüsü diye de birşey var. Ona göre hareket etmek istiyor anne. Yani hisleriyle. Yani kendi doğrularıyla. Bunun için de savaşıyor mu peki? Hem de topla tüfekle :) Savaş 2 gün sürüyor ama :) 3. gün anne beyaz bayrak açıyor çünkü mücadele onu daha da çok yoruyor. Neyse ki yatağının hemen yanına eklenen ve arası açık bir anne yanı beşiği var da, bebeğini yine engelsiz nefesi nefesine karışarak yatırabiliyor.

Anne emzirme deneyimini çözmeye çalışıyor sonra. Bu uğurda çok canı yanıyor ve de. Yara olan meme uçlarıyla bir taraftan tepinip, bir taraftan bağırarak yarı kanlı anne sütünü emziriyor bebeğine çünkü ara vermemesi, ne kadar zorlansa da buna devam etmesi gerek. Ne badirelere göğüs geriyor bu uğurda ve de. Bu esnada kurulacak en “cısss” ve “tehlikeli” cümle/cümlelerse: “Sütün yetiyor mu acaba?” ya da “Aç bu çocuk aç ondan ağlıyor” ya da “Mama verelim bebeğe”. Neredeyse 11 ay geçti üzerinden hala tüylerimi diken diken ediyor  ne yalan söyleyeyim hem de yazarken bile! Şöyle bir önerim var benim:  Bu ve benzeri cümleler bizzat yarattığı gerginlik ve stresle süt azaltıcı faktör olarak literatüre geçmeli. Hem de en ön sıradan. Gerçekten :) Çok çok nadir ve istisna durumlar dışında bir annenin sütü tabi ki bebeğine yetecektir! 9 ay 10 gün boyunca tıkır tıkır işleyen mekanizma, bebek doğduktan sonra mı sekteyi uğrayacak hemen? Hem onun midesi ne kadar biliyor musunuz doğduğunda? Bir kiraz tanesi kadar! Bu kadar mideyi ne kadar sütle doyurmaya çalışıyorsunuz ki? Annenin hiç ama hiç duymak istemediği bu cümleler, bebek her ağladığında ve birkaç kişi tarafından tekrarlanınca hafiften gerilmeye başlayan annenin bam telleri kopma noktasına geliyor. Anne annelikten çıkıp, ben diyim kuduz köpek siz deyin ağzından alev atan ejderja, böyle yarı insan yarı yaratık bir moda dönüşüyor :)

Zaten saç baş dağınık, banyo yapmak bir düş, uykuyu da ancak rüyasında görüyor (o da uyursa tabi :) ), yara memeler, coşan hormonlar, vs.vs. ne dense anneye tersinden anlıyor. Bir kere mekanizma çalışmaya başladı ya artık durdurmak mümkün olmuyor. Yalnızlığı çok seven anne; hayatında ilk defa bu kadar kalabalıkla bir arada uzun süre geçirmek zorunda kalınca, özgürlüğüne çok düşkün anne; ilk defa bu kadar çok müdahaleye uğrayınca, çok araştıran çok bilen anne ilk defa bu kadar anti tez oluşturmak için çabalayınca olan oluyor işte. Hem de sessiz ama derinden. Sinsice dedikleri türden yani. O bile anlamıyor ne olup bittiğini o denli. Ama oluyor işte. Öyle bir moda giriyor ki ve de neredeyse annelikten istifa edecek. Gelgitler yaşıyor anne. Mantığıyla duyguları koşar adım birbirlerinden uzaklaşıyor o ise ne yapacağını şaşırıyor.

Haaa bir de “Süt olsun, aman sütün artsın” diye nerede bol şekerli, bol kalorili ve annenin beslenme tarzına hiç ama hiç uymayan yiyecekler varsa anında bulup buluşturulup annenin önüne konuluyor. Anne yorgun, anne çaresiz, annenin kafasında soru işaretleri ve tek isteği bebeğine yetebilmek gözü kapalı yiyiyor soluksuzca ne bulursa. Zehir konsa önüne onu bile yiyecek yani öyle bir kafa bu kafa. Sonraaaaa, beklenen son: Gelsin kilolar! Anne hamileliğinde almadığı kiloları alıyor mu lohusalığının ilk zamanlarında. Bir de buna isyanlar başlıyor mu içerisinde bir yerlerde. Gel de durdur anneyi şimdi :)

En yakınları başta olmak üzere herkes alıyor payına düşeni annenin gazabından :) Onlar da şaşkın, onlar da çaresiz tıpkı anne gibi ve de. Bir çözümü, bir sonu olmalı bunun diye düşünüyor anne sonra. Neyse ki hala düşünebiliyor bu süreçte :) Ve onu kurtaracak olanın kendisi olduğunu buluyor. Sütünü artıracak olanın da yemek içmek ya da çeşitli uygulamalarla buna çare olmaya çalışmak değil,  mutlu olmak/mutlu hissetmek olduğunu ve de. Eğer içeride bir yerlerde bunun tersi bir durum varsa da ağzıyla kuş tutsa da nafile olduğunu. Bu yüzden kendine yatırım yapmaya başlıyor bu uğurda. Çevresinden de bu anlamda destek istemeye. Ve sonrasında da bunun nimetlerini görmeye. Hala emziren mutlu bir anne olarak da geç kalınmış bu yazıyı yazmaya.

Son söz:


Hey sen yeni anne, geçici lohusa! Merak etme yalnız değilsin ;) Ve annelik zorlu da olsa dünyanın en güzel duygusu. Gerçekten :) Hadi rahatla, nasıl geliyorsa öyle kabul et,  zorlama, yorma ve yorulma. İnan ki herşey böyle daha kolay ;)  

Ve sen, annenin en yakınından en uzağına ona bir şekilde erişen kişi nolur yapma, ne kadar doğru olduğuna inansan da anneyi yorduğunu, üzdüğünü hissettiğin hiçbir konuda ısrarcı olma. Onun anneliğinin ilk günlerine, hislerine, düşüncelerine saygı duy. Senden tek beklediği bu çünkü. O sen gibi bir anne olmak zorunda değil unutma!