7 Ekim 2016 Cuma

“EMZİRMEK” YA DA “EMZİRMEMEK”! İŞTE BÜTÜN MESELE BU!

Benim için çok büyülü bir konu ve kelime “emzirmek”! Bir annenin bebeğine AŞ olması ve YOLDAŞ olması ... Kadın olmanın en büyük armağanı...

Yerine konulabilir mi hiçbir şey? Canın, yarın, bebeğin senden başka bir şeyle, başka bir türlü hiç bu kadar tatminkar beslenebilir mi?

Beslenmekten kastım süt içmek değil sadece tabi. Hem karnını, hem ruhunu aynı anda doyurabilmesi yavrunuzun. Cam bir biberonun yapabileceğinden çok ama çok daha fazlası yani.

İtiraf ediyorum benim en kıymetli anlarım bu anlar. Hele ki uyumadan önce onu emzirirken karşılıklı paylaştıklarımız... Gözlerimin içine bakışı... Ona tebessüm ettiğimde bıyık altından gülerken dudaklarının arasından gözüken dili, öpmem için uzattığı o minik parmağı... Benim de onu dakikalarca öperek, koklayarak uyutmam... Ve buna vesile olan 2 mucizevi uzuv.

Evet 2 mucizevi uzuv: Memeler. Her ne kadar bizde daha çok cinsel obje olarak algılansa da, vurgulamak isterim ki aslında var olma sebepleri annenin bebeğini besleyebilmesi! Tıpkı kedi, köpek, kuzu, kurt yani diğer tüm memelilerde olduğu gibi. Yani bu kadar basit. Asıl amaç bu!

Anne sütünün nasıl bir şifa/ilaç olduğundansa bahsetmeme gerek yok sanırım. Bu yüzden anlam veremiyorum ya memelerim sarkacak, bozulacak diye bebeğini bu muhteşem kaynaktan, kendini de bu enfes duygudan mahrum bırakan annelere. Ve hatta ufaktan da kızıyorum onlara kendi bebekleri adına hem de.

Bebeğini mecburen mama ile beslemek zorunda kalan annelere ise hiç lafım yok, bazen de gerçekten iyi ki mamalar var diyoruz biliyorum. Bu aynı benim “doğal doğum-sezaryen” kıyaslamam gibi. “Gerçekten” ihtiyaç olduklarında iyi ki varlar, ama kesinlikle sudan sebeplerle değil!

Ben neye inanıyorum biliyor musunuz? Çok ender durumlar haricinde bir annenin sütünün bebeğine mutlaka yeteceğine. Diğer beklentilerin ise bir şekilde çok büyük tutulduğuna. Bazı çizelgelerin de bir kıyaslama yapabilmek adına “yeterince yeterli” olmadığına. Mesela persentil tablosu falan diyoruz ama. O tabloda hem “sadece anne sütü alan”, hem “sadece mama alan”, hem “hem anne sütü hem mama alan” bebekler bir arada. Ve herkes kendi bebeğinin gelişimini bu “ortaya karışık” tabloya bakarak takip etmeye, yorumlamaya çalışıyor. Baştaki en büyük hata da bu sanırım. Her bebeğin gelişimi farklı, kıyaslamak ise çok büyük yanlış. Bu yanlışlar zaten bizi büyük beklentilere, sonra da neyi ne için yaptığımızı bile bilmeden bir şeyler yapmaya itiyor ya. Bana kalırsa hiç takılmayın. Ne bebeğinizi, ne kendinizi kıyaslayın ve doğal olana güvenin. Dış sesleri de yok ettiniz mi gerisi de çorap söküğü gibi gelir zaten. Ama sadece bana kalıyor mu? Kalmıyor biliyorum :) Bebek demek 2 kişinin ve akabinde de pek çok kişinin sorumlu olduğu bir can demek. Öyle her şeyi bildiği gibi okuyamıyor insan.

Bizim maceramız biraz zorlu ve düşündüğümden farklı başlamıştı Özüm'le ama şu an hala o keyfi yaşayabilen/emziren bir anne olduğum için şükrediyorum. Kafamda da bir senaryo var keşke gerçekleşse dediğim. Onu hiçbir şekilde zorlama ile, o hazır olmadan ve istemeden memeden ayırmak istemiyorum. Bugüne kadar en güvenli, en huzurlu gördüğü yeri ona öcü gibi ya da tiksinilecek bir şeymiş gibi sunmak düşüncesi bile beni huzursuz ediyor, ona nasıl duygular yaşatacağını ise hiç düşünemiyorum. O yüzden keşke diyorum şöyle 2 yaş civarlarında Özüm kademeli olarak ve kolayca ayrılabilse memeden. Keşke diyorum ve çok istiyorum. Acaba çok şey mi istiyorum?

Bu arada Özüm hiç emzik kullanmadı. Ben de zaten emzik vermeyi en başından beri düşünmediğim için “nolur nolmaz” diye bile bir emzik almadım kuzuya. Onu yapay bir tatmin duygusuyla, silikon ya da kauçuk bir malzemeyle “doyurmaya” çalışmak hiç sıcak gelmedi bir kere, ve ne kadar çok emerse o kadar çok sütüm olur mantığıyla da “gak dese meme guk dese meme”cilerden oldum ben :)Evet belki diğeri daha kolaydı. Annenin rahat etmesini, bir süre nefes almasını sağlıyordu ama ne de olsa ben hep zoru sevdim. Bundan mı kaçacaktım? Emzik emmemesine rağmen parmak da emmedi kerata. “En doğal emziği” hep yanı başındaydı ya yetti sanırım ona.

Yan yana, koyun koyuna, kokusu kokuma karışırcasına geçen koskoca 16.5 ayı geride bıraktık bugün itibarı ile. Bakalım şafak kaç? Ama böyle yazdım diye “zorunlu” ya da “bedelli” sanmayın maceramızı, bildiğiniz “gönüllü” bizimki !