26 Eylül 2017 Salı

BAĞIRMAYAN ANNE-BABA OLMAK!



Hamileyken okuduğum "Doğal Ebeveynlik" (William ve Martha Sears) kitabı dışında ebeveynlikle ya da çocuk yetiştirmekle alakalı herhangi bir kitap okumamıştım Özüm'ü doğurduktan sonra. "Doğal Ebeveynlik"te zaten aradığım herşeyi bulmuş, yeterince tatmin olmuş, anne ve bebek arasındaki o şefkatli ve özel bağın gücüne inanmış, gerisini de çok irdelememiştim.

Yakın zamanda ise bir rastlaşma yaşadım Tchibo'da. Ahşap oyuncakların yanına iliştirilmiş bu kitapla.

Bir kitap kurdu olarak karşı koyamadım ve istemsizce elimi atıp raftan aldım tesadüfen karşıma çıkan bu kitabı. Ama ismini görünce de ne yalan söyleyeyim bir an durakladım.

"Bağırmayan Anne Baba Olmak!"

"Nasıl yani?" diye düşündüm. "Bir sihirli formülden mi bahsedecek yoksa bu kitap?"

Bir an rafa geri koymak istedim ama nedense elim de gitmedi. Birkaç sayfa açıp incelemek istedim.

Sayfaları kurcalarken:

"Çocuklarımızdan sorumlu olmak yerine çocuklarımıza karşı sorumlu olmak!" vurgusunu gördüm ve sanırım 5 dakika boyunca elimde kitap, yüzümde koca bir tebessüm mağaza içerisinde bunun hakkında düşündüm.

Sonra bağırmakla ilgili yazdıkları çıktı karşıma:
Bağırmanın sadece ses yükseltmek olmadığı; çocuklarımızı kendi isteklerimiz doğrultusunda yönlendirmek, onları zaman zaman görmezden gelmek ve sevgimizden mahrum bırakmak gibi tepkisel davranışları da içerdiği, kitap ismindeki bağırmanın da işte tüm bunlara karşılık geldiği,

Çocuklarımız üzerinde etki bırakmanın, önce kendi kontrolümüzü ele geçirmekten geçtiği, onlar için yapabileceğimiz en iyi şeyin kendimize odaklanmak olduğu, onları kontrol etme çabasının sadece "öfke ve hayal kırıklığı" ile sonuçlanacağı eklemesi

ve

"Çocukların davranışlarını kontrol etmek" yerine, "Kararlarını etkilemeye çalışma"nın amacımız olması gerektiği söylemi!

Ayaküstü, birkaç sayfada gözüme ilişiverenler bunlardı ve kitap çok tanıdık gelmişti.  Çünkü ben de bebeğimle ilişkimde türlü yollara sapmış ama düzlüğe giden, hedefe varan yolun, vereceği kararlara etki etmeye ve kriz anlarında sakin kalmaya çalışarak gerçekleşebileceğini deneyimlemiştim.

Bu yüzden sanırım kitabı alıp detaylıca incelemek istedim. Ve iyi ki de öyle yaptım.

İçinde altını çizdiğim ve not aldığım o kadar çok yer oldu ki!

Mesela,

-Çocuklarımızı onlara mantıklı gelmeyen taleplerimize uyum sağlamaya zorlamanın ebeveynliği bir savaşa dönüştürdüğü, ilişki savaşlarında kazananın değil sadece yaralıların olacağı! Ebeveynliğin bir savaş değil ebeveyn ile çocuk arasındaki çok özel bir ilişki olduğu,

-Tepkilerimizi kontrol edememenin aslında kaçındığımız sonuçları beraberinde getirdiği, bunun nedeninin öfke transferi olduğu,

-Çocukların bu dünyaya kendileri olmak için geldikleri, bizim üzerimize düşenin bunun için onlara yeterli alanı tanımak olduğu! Kendi hatalarını yapma alanları olmayan çocukların bizden aldıkları ödünç hayatları yaşadıkları saptamaları,

-Çocuğumuzun gelişme hakkı için savaşmayı, kendilerine ait biricikliği yaratmaları için mücadele etmeyi, onları yaftalamadan/etiketlemeden kendi  karakterlerini oluşturmalarına izin vermeyi, onlara keşfetmeyi hediye etmeyi öğrenmemiz gerektiğini vurguladığı anektodları,

-Eldiven atmak ve judo benzetmeleri

-Etiketler hakkındaki yorumları

ve

-Devrimle ilgili harika notları
...

Ve hatta daha fazlası. Gerisini ben anlatmayayım da siz okuyun!

Okurken şunları da hep aklınızda tutun:

Bağırmayan anne baba olmak, hatasız ebeveyn olmak değil, söylediklerimizi uygulamaktır. Her durum için doğru teknikleri geliştirmek değil, tutarlılığa giden yolda yürümektir. Sorun çözme ya da davranış değiştirme yöntemi değil, büyüme yöntemidir!

Ve bu kitap bizimle ilgilidir. Kendimizi sevmekle, kendimizi ilişkiye vermek ve çocuklarımızın tadını çıkarmakla!













13 Eylül 2017 Çarşamba

ANNE, ÖP DE GEÇSİN!




Biliyor musun?
Öpünce geçer tüm yaralar, sızılar, ağrılar, sancılar...
Çünkü aslında canını yakan en büyük şey yalnızlıktır söyleyemesen de.
Düşersin ve evet acır.
Ama soran biri varsa yanında,
Eğilip elini sana uzatan biri.
Muhakkak geçer o acı,
Hele bir de acıyan yerinden öptüyse.
...
Her düştüğünde yanındayım.
Her elini uzattığında tutacak bir elin var tam da kalp hizanda.
Her acı sana öğrettiği gibi bana da öğretecek hayatı ve asla yalnız olmadığını.
Her sızı en az seninki kadar sızlatacak benim de kalbimi.
Her yalnızlık, ÖZüne dönmek için bir fırsat olacak sana üzülme.
Her kayıp, yeni buluşlara gebe.
Her son bir başlangıç.
Her sınav bir deneyim.
Biliyor musun?
Bu hayattaki en büyük kazanım deneyimlerin olacak.
Seni sen yapacaklar.
ÖZüne sızacaklar.
Bazen acıtacaklar, bazen sızlatacaklar.
Ama geçecek sonra hepsi.
Sen "Anne öp de geçsin!" diyeceksin,
Ben de soluksuz öpeceğim "o en çok acıyan yerinden!"
Her zaman! Her koşulda!
Bunu sakın unutma!


Not: Fotoğraf Özüm henüz mini minnacık küçücükken. Duygularsa zamansız.

5 Eylül 2017 Salı

NORMALLEŞEN ANORMALLİKLER!



Bir cinayetin normalleştirilme çabasını şaşkınlıkla takip ediyorum birkaç gündür.

Olayın magazin kısmına uzağım çünkü TV izlemiyorum ama gündelik hayatın içine yerleşmiş diyalogların varlığından bile huzursuzum.

Haberi duyduğumda çok üzüldüm. Saf, sade ve derin bir üzüntüydü bu. Ardında hiçbir soru işareti yoktu bu hissin. Bir can daha yitip gitmişti. Ötesi beni hiç ilgilendirmiyordu.

Ölen kişinin kadın/erkek, ünlü/ünsüz, genç/yaşlı, iyi/kötü olmasından uzak "insan" olması ile ilişkiliydi üzüntüm. Hoş "hayvan" olması da birşeyi değiştirmezdi ya. Acım bir o kadar derin olurdu yine. Ortada bir "can" vardı ne de olsa.

Peki biz neyin sorgusundaydık hala?

-"Orada ne işi vardı?"
-"Kadın o noktaya nasıl geldi?"
-"Para da var işin içinde!"
-"Yoksa aşk cinayeti mi?"

...

Mesleği gereği duygularını bir kenara koymak zorunda olan "sorgu hakimleri" gibi sorguluyorduk durmadan. Sanki haklı bir sebep arıyorduk. Bir insanı öldürmenin nasıl bir haklı sebebi olabilirdi ki? Bir türlü cevaplayamadığım soru buydu.

Sonrasında öğrendiklerimle taşlar yavaş yavaş yerine oturdu.

Artık olası sebepleri keşfetmiş olabileceğimi düşünüyorum.

Öğrendiğime göre TV'de her gün, hem de en çok izlenen kanallarda saatlerce cinayetler konu ediliyor, katil zanlıları gündelik hayatın bir parçası gibi işlediği cinayeti ballandıra ballandıra anlatıyormuş. Şaka bile olamayacak kadar "acıklı" bir gerçek! Ve hayatlarımıza giren, yansıyan, normalleşen anormallikler!

Yanlış yapmamak adına araştırayım dedim. İlk okuduğum haberle olayın vehametini kavradım  ve daha da derin araştırma gereği duymadım. Yeni yayın döneminde başlayacak olan benzer programlardan birinin sunucusunun -ki çok da izlenen, takip edilen bir program sunucusu olduğunu bildiğim birinin, programı için sloganı: "Evlerinize gözyaşı ve dramı yansıtacağım!"

Ve tabi ki kafamda deli sorular:

-Bir TV kanalı (Sadece bir  de değil bu arada!) böyle bir programı niye yapar?
-Neden evlerimize dram ve gözyaşı sokmak ister?
-Cinayeti normalleştirerek nasıl evlerimize misafir eder?
-Katil zanlılarının yargısı bu şekilde mi yapılır?
-Hayatın kendisinin  dinamikleri zaten zaman zaman yeterince dramatik değil mi?
Ve tabi bir de;
-Böyle bir program neden izlenir? (Bu sorunun muhatabı biziz)

Tüm bu soruları, bir TV izleyicisi olmadığım için belki de haddim olmayarak!  RTÜKle de paylaşmak için sabırsızlanıyorum çünkü kendimi "sorumlu" hissediyorum. Herkese ve herşeye karşı hem de!

En çok da dünyanın "güzel bir yer" olmasına!

Bizi "insan" yapan duygularımızı kaybetmediğimiz; ne bir insanın, ne bir hayvanın, ne de bir ağacın yitip gidişine seyirci kalmadığımız kadar güzel bir yer olmasına!