23 Mayıs 2018 Çarşamba

GLUTENSİZ, RAFİNE ŞEKERSİZ, KENDİSİ OLAY, YAPMASI KOLAY* PASTA :)



Uzun uzadıya yazmazsam ona, bir daha yapmak isteyip tarifi elimin altında bulamazsam da kendime haksızlık etmiş olurum gibi hissettiğimden bloğumda yer vermek istedim bu enfes pastaya. Tarifin orjinali  ambitiouskitchen.com’da ‘The best paleo chocolate cake’ olarak yer almakta. Hatta bu sayfada bir minik video da var yapılışı ile ilgili. Buradan ulaşıp inceleyebilirsiniz:
 https://www.ambitiouskitchen.com/the-best-paleo-chocolate-cake/

Baştan sona Özüm'le birlikte yaptık pastayı. Mutfakta vakit geçirmekten çok hoşlandığı için eşlik etmek istedi bana, ben de kırmadım onu. Tarifi sevgili arkadaşım @_oykusahin_ in IG hesabında görmüştüm.  Onun yorumu da, pastanın orjinal başlığı da o kadar iddialıydı ki, Özüm'ün 3 yaş doğumgünü pastası olarak seçmeye karar verdim. Ne iyi etmişim de öyle yapmışım. Bugüne kadar yaptığım en lezzetti pasta olarak tarihe geçmiş oldu çünkü bu pasta. Blogda paylaşılmayı da işte bu yüzden hak etti.

#Glutensiz #rafine şekersiz #enfes pastamızın tarifine gelince, sevgili Öykü'nün çevirisi ile olduğu gibi paylaşıyor ve çeviri için emeğine sağlık diyorum. Çünkü bilirim İngilizce tarifleri Türkçeleştirmeye çalışmanın ekstra emek isteyen bir iş olduğunu.

"Malzemeler:

• 3/4 su bardağı eritilmiş ve soğumuş h.cevizi yağı
• 1+3/4 su bardağı h.cevizi şekeri
• 4 yumurta (oda sıcaklığında)
• 1 su bardağı badem sütü
• 1 tatlı kaşığı vanilya özütü
• 1 yemek kaşığı elma sirkesi
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
• 3 su bardağı badem unu (badem sütü posasını kurutarak yaptığınız değil; hazır satılan badem unu)
• 3/4 su bardağı kakao
• 1/4 su bardağı h.cevizi unu
• 2 tatlı kaşığı karbonat
• 1/2 tatlı kaşığı tuz
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Üst kreması için:
• 1 konserve h.cevizi sütü
• 1+1/2 su bardağı küçük doğranmış bitter çikolata veya damla çikolata
• 1 çimdik tuz
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Pastayı yapmadan 1 gün önce kremasını yapmanız gerekiyor. Bunun için krema malzemelerini küçük bir tencereye alıp, kısık ateşte eritene kadar pişirin ve bir kaba alıp, oda sıcaklığına geldikten sonra, kabın ağzını streç filmle sararak buzdolabına kaldırın.
Pastayı yapmaya başlamadan önce fırını 180 dereceye ısıtın ve iki tane yaklaşık 17 cm çapında kek çemberini veya kalıbını altına mutlaka yağlı kağıt sererek hazırlayın. (Ben çember kullandım.)
Sonra ilk bölümde yazan ıslak malzemeleri mikserle çırpıp, başka bir kapta karıştırdığınız kuru malzemelere ekleyin. Yine iyice karıştırın. Kalıplara paylaştırıp, fırında yaklaşık 30-40 dk. (arada kürdan sokup kontrol ederek) pişirin.
Fırından çıkardıktan sonra, oda sıcaklığında soğumaya bırakın. Kalıplardan çıkarmadan önce en az 1 saat kadar da buzdolabında bekletin. Sonra çıkarıp, tekrar oda sıcaklığına getirdikten sonra, bir gece önceden hazırladığınız kremayı dolaptan çıkarıp, mikserle çırpın ve iki kekin arasına ve üstüne vakit kaybetmeden sürün. 
Üstünü dilediğiniz gibi süsleyin. "

Ben fotoğrafta gördüğünüz şekilde sadece mumlarla bir süsleme yaptım ama orjinal tarifte kırmızı meyvelerin de pastaya yakışacağı yazmaktaydı. Bu şekilde de denenebilir. En azından süsleme olarak. Yapacak olanlara şimdiden afiyet olsun.

İç sesim: Bu ve benzeri sağlıklı ve alternatif tarifleri daha çok kişinin, daha sık yapabilmesi için malzeme fiyatlarının kısa sürede düşebilmesini umut ediyorum. Bu da bir arz talep dengesi tabi. Önceliklerimizi belirleyip, sağlığımızı geri plana atmayacağımız günlere... 

Sevgiler, 

*Kolay! derken kafiye olması adına torpil geçilmiş bir kelime kullanılmıştır :) Ama eğer tarifi dikkatli okur, organizasyonu ve zamanlamayı da bu anlamda doğru yaparsanız, vakit isteyen ama hiç de zor olmayan bir pasta olduğunu göreceksiniz :) 

4 Mayıs 2018 Cuma

O "İLK AYRILIK" (Bir Güvenli Bağlanma Hikayesi)




Hep "Nasıl?" ve "Ne zaman?" olacak acaba diye merakla bekliyordum.

"Vakti gelince" olacağını, öyle olursa da "güzel olacağını" hissediyordum.

"Peki vakti gelecek miydi gerçekten? Ve ben vakti geldiğini anlayabilecek miydim? Hem ben, hem de o buna hazır hissedecek miydik?  Senkronize olabilecek miydik ve bir ahenk yakalayabilecek miydik ayrılmamızda da?

İnandığım gibi "hep birarada"lıklarımızın bize artısı mı olacak, yoksa güvenle inşa ettiğimizi düşündüğüm ilişkimiz önümüze engel mi?

Ne de olsa "Anne de anne!" idi Özüm için. Her işini benimle görmek, her paylaşımını benimle yapmak, her anını benimle geçirmek istiyor, her cümlenin başına beni koyuyor, ben varsam gözü bir başkasını görmüyordu. Korkutmaya başlamıştı artık bu durum bir taraftan. Bir taraftan da tahmin edilemeyecek kadar yormaya.

Nefesimin zaman zaman yetmediğini hissetmeye başlamıştım. Durup derin bir nefes almam gerektiğini de. "Oksijen maskesi" mevzuu geldi aklıma. Ne diyordu orada? Bir anne önce oksijen maskesini kendine takacak, sonra bebeğine. Hani uçarken hosteslerin bizi yönlendirdikleri gibi. Hani "Önce o!" diye diretirken kaybedeceğimiz vaktin her ikimiz için de hayati tehlike arz etmesi gerçeğindeki gibi.

İtiraf ediyorum şimdiye kadar hiç benim gerçeğim olmamıştı bu gerçek. Kulağa ne kadar hoş, zihne ne kadar anlamlı gelirse gelsin, benim için "Önce hep o!" olmuştu. Bu süreçte zorlanmamış mıydım peki? Zorlanmıştım elbet ama pes edecek, isyan edecek kadar değildi ve bu şekilde mutluydum ben. Önceliğimin o olması, ihtiyaçları doğrultusunda kendime yeni bir hayat çiziyor olmam beni zorlasa da, zorlanmamdan daha çok mutlu ediyordu aslında. Meyvelerini topluyordum çünkü  emeğimin.  Bu yüzden belki de tercihim hep "o"ndan yanaydı.

Bir gün bile ayrı kalmamıştım Özüm'den. "O daha minicikti ve bana ihtiyacı vardı. Bırakıp nasıl giderdim?" Ayrılıkla ilgili düşüncelerim, hislerim bunlardı.

Bir itiraf daha gelsin o zaman, onun ne kadar bana ihtiyacı olduğunu düşünüyorsam, sanırım benim de ona bir o kadar ihtiyacım vardı. Akşam saatlerinde eşimle  nadiren yaptığımız ufak kaçamaklarda bile aklım hep ondaydı. Kendimi onsuz, onu bensiz düşünemiyordum.

Böyle böyle günler, aylar geçti. Tam 35 ay sonra, 3 yaşa merdiven dayamışken Özüm ve son aylarda  da literatürüne "ben" ve "hayır" kelimelerini bolca dahil etmişken, "ihtiyaç"larına bir de "istek"leri de eklenmişken ve ben hep bir orta yol bulmaya çalışırken "gerçekten!" yorulduğumu ve durup bir es vermem gerektiğini hissettim. Öyle yoğundu ki bu his, benim için "doğru zaman"dı. Peki "Acaba o da hazır mıydı?"

Aslında bir anne bunu çok rahat anlardı. Davranışları, konuşmaları vs. onu ele verirdi.
Özüm her ne kadar "annesiz yapamaz" gibi görünse de dışarıdan, bence üstesinden çok rahat kalkardı. İçimden bir ses hep böyle diyordu.

İç sesimin beni doğru yönlendirip yönlendirmediğini görmek istedim. Aldım karşıma Özüm'ü ve biraz yorulduğumu, dinlenmek ve kendime iyi gelecek birşeyler yapmak istediğimi söyledim. Bir yoga ve doğa kampı* olduğunu ve eğer oraya gidersem kendimi çok mutlu hissedeceğimi ekledim. "Tamam anne gidelim!" dedi :) Bir önceki sene başka bir kampa birlikte gitmiştik çünkü. Ve ne de olsa hep "biz"dik, bir yerlere gidilecekse birlikte giderdik.

Ama bu sefer farklı olmalıydı. Hem yeniden şarj olmalı, hem de onu ve kendimi objektif bir şekilde gözlemleyebilmeliydim. Biz gerçekten "güvenle bağlı" mı yoksa "bağımlı" mıydık?

"Özüm bu kampa çocuklar katılamıyor sadece anneler için" dedim. "Ben gitsem sen babanla kalabilir misin?" diye de ekledim. Önce bir "birlikte gidelim" gibi nazlandı, yineleyince ise "kalırım" dedi. Biraz açmak gerektiğini hissettim konuyu böyle olunca. Akşam da eve gelmeyeceğimi, bunun birkaç gece tekrar edeceğini, ben yokken babaanne ve babasıyla birlikte vakit geçireceğini falan ekledim. O da yineledi. "Kalırım"

İnanamadım tabi ve cevabı da hemen sindiremedim. Önümde daha 10 gün gibi bir süre vardı nasılsa. Gerçekten yapıp yapamayacağına kendimi ikna edebileceğim ve hissedebileceğim 10 gün.

Bu günlerde de abartmayacak ama bir taraftan da hatırlatacak ve onu bu plana hazırlayacak sıklıklarla kampa gideceğimi, onun bunu kabul ettiği için bu programı seve seve yapabildiğimi, ve o kampın bana çok iyi geleceğini tekrarladım. En sonunda Özüm "Tamam anne ya, sen git kampına, ben babamla kalırım" diye hafiften fırçaladı beni :) İşte bu cevabı aldıktan sonra kararımı verdim , 2 gün sonra başlayacak olan kampa son dakika kendimi dahil ettim.

Sabah yataktayken  öpüp vedalaştım Özüm'le. "Güzel vakit geçir, iyi eğlen babanla, tamam mı?" dedim. Döndü ve "Sana da iyi eğlenceler anneciğim!" diye vedalaştı benimle. Bir miktar duygusallık geldi oturdu göz pınarlarıma, belli etmeden çıktım.

Tam 4 gece 5 günlük bir kamptı gittiğim. Daha 1 gece bile ayrı kalmamışken hem de. Aslında her yaş için 1 gece diyorlar ya hani ayrılık süresi olarak, Özüm 3 yaşa girecek 3 gece hakkım, 1 gece de ayrı kalmadığım senelerden bonus hakkım diye düşünüp avuttum kendimi. Gittiğim kampı özellikle kendi şehrimde seçtim. Ne olur ne olmaz dedim. Her koşula kendimi hazırladım.

Peki ne oldu biliyor musunuz?

"Annesiz hiçbir şey yapmayı tercih etmeyen" Özüm, 4 gece 5 gün annesiz "hoşça" vakit geçirdi. Ne babasına ne de babaannesine hiç zorluk çıkarmadı. Fırsat bulup arayabildiğim vakitler güle oynaya konuştu benimle telefonda. O bana sormadı ne zaman geleceksin anne diye, ben ona söyledim hep.

Ve eve döndüğümde kapıda karşıladı beni. Koşarak, kocaman gülerek boynuma sarıldı. Türk filmlerindeki kavuşma sahneleri vardır ya hani o geldi gözümün önüne. Sahilde koşup sarılan ve kucaklaşarak defalarca dönen aşıklar. Biz de aynısını yapıyorduk çünkü. Defalarca öpüyor, kokluyordum, o duygu seliyle de hiç durmadan döndürüyordum minik kuşumu.

Yere indirdiğimde dizlerimin üzerine eğilip gözlerinin içine baktım mutlulukla, daha ben konuşmaya başlamadan o hislerini paylaşmak istedi benimle:

"Anneciğim çok beklemek yokmuş! Çok beklemek yokmuş anneciğim!"

Yine gözlerim ıslandı. Muhtemelen içine biraz gurur, çokça mutluluk kaçtı.


Özüm Kız yine yaptı yapacağını!



*Gebelikten önce her sabah güne yoga ile başlayan, gebelikte yaşadığı bir sıkıntı yüzünden yogayı hayatından çıkarmak zorunda kalan doğa aşığı bir annenin mutlu olabilme metodu yoga ve doğa olabilirdi elbette :)